Peygamber Değil, ELÇİ YA DA NEBİ..

Özellikle günümüzde indirilmiş din anlayışının hakim olması için Kur'an'ın herkes tarafından kendi anladığı dilden okunup doğru anlaşılması çok önem arzeden bir konu olmaya başlamıştır.

Toplumun giderek artan bir kesimi yüce Allah'ın Muhammed Nebi/Resul'e indirdiği ve insanlığa hidayet rehberi olan, kıyamete kadar korumasında olduğunu ilan ettiği Kur'an'ı ve içindeki ilahi mesajı okuyup anlayarak idrak etmeye başlamıştır.

Tabi ki Kur'an'ın giderek artan bir kesim tarafından kendi anladığı dilden okunması, indirilmiş dinin gerçek anlamda kaynağından öğrenilmesi, yüzyıllardır hüküm sürmekte olan, rivayetleri (ki içinde bir çok hurafe,bid'at ve uydurma bilgiler olan) kendi dini anlayışını hakim kılmak için din edinen ve bu uydurma bilgilere dayanarak oluşturulagelmiş gelenekçi/ uydurulmuş/ atalar din zihniyetini son derece rahatsız etmektedir.

Kur'an'ı yüzyıllarca toplumdan uzak tutan bu zihniyet, kendi ''alim'' ve ''din bilginleri''nin yaptığı mealleri tek doğru çeviri kabul etmiş ve bunların dışındaki meallerin Kur'an olamayacağı iddiasını ortaya atmışlardır.

Bu uydurulmuş din zihniyetinin çevirilerindeki saptırmaların başında, Kur'an daki ''RESUL'' ve ''NEBİ'' kavramlarının kendilerine özgü anlamlarını kapatmak için her iki kavramın ''PEYGAMBER'' olarak çevirilmesi gelmektedir.

Kur'an'ın hiçbir yerinde Peygamber kelimesi geçmez. Allah'ın Elçileri için Nebi ve Resul kelimeleri kullanılmıştır.

Yüce Allah tarafından özellikle iki ayrı kavram olarak kullanılan Resul ve Nebi, her birinin kendine özgü anlamı ve görevinin olduğu, Elçinin iki ayrı konumunu temsil etmektedir.

"Senden önce hiçbir RESUL VE NEBİ göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın.” (Hac/52)

Bu ayette özellikle bu iki kelime ayrı ayrı kullanılıyor ki, farklı anlamlara geldiği anlaşılsın diye.
Kur’an'da Elçi, Resul konumunda iken doğrudan Allah'ı temsil edip, vahyi olduğu gibi aktaran konumda olduğu için  özellikle ''ALLAH ve RESULÜ'' diye KALIP İFADE kulanılır ve ''ALLAH'A ve RESULÜ'NE İTAAT EDİN'' diye ifade edilir.

''Allah'a ve Resul'e'' demek Kur'an a ve O'nun sahibi ALLAH'A İTAAT demektir. Bu ifadeden asla ALLAH'A ayrı, RESUL'E ayrı itaat sonucu çıkarılamaz.

Elçi vahiy almadığı zaman diliminde Nebi konumunda olduğundan hiçbir ayette, ''ALLAH'A VE NEBİ'YE İTAAT EDİN'' diye bir ifade geçmez. Nebi'ye uyun, tabi olun ifadesi geçer. İtaat ise Resuledir.

“Allah'a ve Resûl'üne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.” (Ali İmran/132)

Ama uydurulmuş din zihniyeti bunu, ''Peygambere itaat edin'' diye çevirirler.

Kur'an'da Allah'ın Elçisine NEBİ hitabı olan ayetlerde, Elçi bu  kararları beşer özelliklerine göre aldığı için yanlış olabilir ve Allah gerektiğinde ikaz ederek kararlarını değiştirmesini ister. Nebinin kararlarına ve sözlerine Resulde olduğu gibi kesin itaat yoktur.

Muhatap olan kişi o an Nebi'nin kararlarına uymayabilir.Buna karşı bir kınama veya cezalandırma ile karşılaşmaz.

Ahzab/37'de Allah'ın Elçisi, evlatlığı Zeyd'in eşinden ayrılmak istediğini bildirdiğinde, “Eşini yanında tut ayrılma, Allah'tan kork” demişti. Ama Zeyd onu dinlemedi ve boşandı. Dikkat ederseniz bundan dolayı da Kur’an da kınanmadı. Demek ki Allah'ın Elçisine karşı, Resullük tebliğinin dışında, kişilere bir özgürlük tanınmaktadır.

''Ey Nebi! Allah’ın özel olarak sana helal kıldığını, neden kendine haram kılıyorsun? Eşlerinin gönlünü etmeye çalışıyorsun. Neyse ki Allah bağışlar, ikramı boldur.'' (Tahrim/1)

''Ey Nebi, eşlerine de ki, "Eğer dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız gelin size mal vereyim ve sizi güzellikle ayırayım."
(Ahzab/28)

''Ey Nebi! Mümin kadınlar sana bağlanmak (biat) için geldiklerinde, hiçbir şeyi Allah'a ortak koşmamaları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, başkasından kazandıkları çocuğu yalan dolan ile kocalarına mal etmemeleri ve marufta sana isyan etmemeleri şartı ile onların bağlılıklarını kabul et. Allah'tan onların durumlarının düzeltilmesini bağışlanmasını dile. Çünkü Allah bağışlar, ikrâmı boldur.''
(Mümtehine/12)

Yukarıdaki ayetlerde Nebi diye hitap edilmesinin sebebi Elçinin Nebi olarak aldığı kararlar ve söylediği sözler, Resul iken yani doğrudan Allah'ın sözlerinin aktarırken söyledikleri gibi değildir ve kesin itaat içermez.

Nebi olarak günlük hayatta söylediği sözler ve davranışlar, Resul konumundaki gibi din adına kesin itaat edilmesi ve uyulması gerekenler değildir. Hatta Nebi olarak günlük hayatta yaptığı ve aldığı kararların bir kısmını daha sonra doğru olmadığını görüp kendisi değiştirmiştir.

Resul ve Nebi kavramlarını kullanmayıp her iki kavram yerine tek bir ''Peygamber'' kelimesini  koyarsanız, Nebinin söz ve uygulamalarını da ''İLAHİ EMİR VE YASAKLAR'' kabul edip beşer olan Nebiye ilahi vasıflar ve ''KUTSİYET'' vermiş olursunuz.

Böylece de gelenekçi/uydurulmuş/ atalar din zihniyetinin dinde iki otoriteli ve iki dini kaynağa dayalı din anlayışı için mükemmel bir alt yapıyı oluşturmuş olursunuz.

Yüce Allah Kur'an'da Elçisine bulunduğu konum ve görevi gereği bazen Resul bazende Nebi diye hitap etmiştir.

Resul, Elçinin vahiy geldiğinde ilahi mesajı sanki Allah konuşuyormuş gibi kendi ağzından bildirdiği sıradaki konumudur.

Nebi ise Allah'ın Elçisinin vahiy gelmediği zaman diliminde herkes gibi beşer özelliklere sahip, toplumundaki diğer insanlar gibi günlük hayatı yaşadığı sıradaki ünvanıdır.

Rabbimiz Kur'an'da ''Allah ve Resulü'' diye hitap edilen tüm ayetlerde bu kalıbı iki ayrı otoriteyi kastederek kullanmamıştır.

"Allah ve Resulü" =Allah'ın sözü yani Kur'an demektir.

Gelenekçi din zihniyetini temsil edenler, hem Resul hemde Nebi kavramlarının her ikisinide mealen Peygamber olarak çevirdikleri için, yanlış yorumlama sonucunda ayetlerdeki anlamı iki ayrı otorite kastedediliyor diye algılamış ve temel sorunlara yol açacak yanlış anlamalara zemin hazırlamışlardır.

Gelenekçi din zihniyetinin bu yanlış anlayışı sonucunda, Allah ve Elçisini iki ayrı otorite ve şari olarak kabul edilmesi sonucu ortaya çıkmıştır.
İşte bu yanlış anlayış ve görüşe dayanak olarak öne sürüp, sık sık örnek olarak verdikleri bazı ayetleri ve bu ayetlerin gerçek mesajlarını aşağıdaki ele alacağım;

1. AYET

 (NİSA/65)

 ''Onlara, “Allah’ın indirdiğine ve Resul’e gelin” denildiğinde, bu münafıkların nefretle senden yüz çevirdiklerini görürsün.

Fakat, önceden yaptıkları yüzünden başlarına öngöremedikleri bir musibet gelince, ne olacak hâlleri? Sonra sana gelecekler, Allah adına yeminle “bizim amacımız sadece iyilik yapmak ve senin başarını sağlamaktı” diyecekler.

Ama bunlar, Allah’ın kalplerindekini bildiği kişilerdir. Şu hâlde onları kendi hâllerine bırak; onlara öğüt ver ve onlara konuş; bu, içlerinde iz bırakan beliğ bir konuşma olsun.

Zira Biz, her resûlü, Allah’ın izni dahilinde kendilerine itaat olunsunlar diye gönderdik. Eğer onlar, kendilerine zulmettikten sonra sana gelip de Allah’tan af dileselerdi ve Resul de onların bağışlanması için dua etseydi kesinlikle Allah’ı tevbeleri kabul etmeye hazır ve merhametli bulacaklardı

Ama hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında tartıştıkları her konuda seni hakem yapmadıkça, sonra da senin hükmüne tereddütsüz bir teslimiyetle uymadıkça iman etmiş sayılmazlar.''
(Nisa/61-62-63-64-65)

Nisa Suresi 61. ayetten başlayarak okuduğumuzda münafıkların Allah'ın dinine gelmeleri yani iman etmeleri isteniyor. İman etmeleri istenen ''ALLAH'IN indirdiği ayetler olan KUR'AN ve tamamen bu Kur'an'a göre hareket eden, bir kelime ilave etmeden-çıkartmadan olduğu gibi aktaran Allah'ın Resulü'dür.'' 

Yani Allah'ın indirdiği ayetlerine ve bunu o sırada hayatta olup insanlara, topluma aktaran, karşılarında duran, canlı, gözleriyle görüp, işittikleri ''Beşer Resul'' olan Elçisine uyun diye ifade ediyor. Çünkü Resul demek ayetleri olduğu gibi aktaran ve kendinden bir şey katmadan, yorum eklemeden insanlara ileten demektir.

Dolayısıyla burda iki ayrı otoriteye gelin, uyun denmiyor. Allah'ın ayetlerine ve bunu size olduğu gibi aktaran Allah Resulüne gelip iman edin diyor. Allah'ın ayetleri ve Resulü aynı şeyden bahsettiği için okunmakta olan ayetler ile bunları kendi ağzından insanlara olduğu gibi aktaran Resul aynı anlamda kullanılmıştır. Allah'ın ayetleri olan Kur'an= Ayetleri aktaran Allah Resulü.

Devam eden ayetlerde bu münafıkların başlarına müsibet geldiğinde ikiyüzlülükleri nedeniyle Allah'ın Elçisine yalan ile yemin edip biz böyle değildik deyip yardım isteyeceklerini, ama Allah'ın bu kişilerin içlerindeki ikiyüzlülüğü bildiğini ve Elçiden onları kendi hallerine bırakmalarını istiyor. Yinede Elçinin görevinin tebliğ ve bunlara öğüt vermek olduğunu, bu öğüte içtenlikle uyup, dinin kuralları çerçevesinde iman edenler için Allah'tan af dilemeleri, Elçinin de affedilmeleri için dua etmeleri halinde tövbelerinin Allah tarafından kabul edileceği anlatılıyor.

İşte bu samimi tövbeden sonra yani Allah'ın indirdiği ayetlere ve bunu olduğu gibi aktaran Resulüne uyup, inandık dedikten sonra, kendi aralarında herhangi bir tartışma durumunda imanları gereği ''ALLAH'IN AYETLERİNİ VE BU AYETLERİ OLDUĞU GİBİ AKTARAN RESULÜ'NÜ HAKEM OLARAK KABUL ETMEDİKÇE'' tam olarak iman etmiş sayılmazlar deniyor. 

Yani hakem olarak kabul etmeleri istenen Allah'ın ayetleri olan Kur'an=Kur'an'ı olduğu gibi kendilerine okuyan, tebliğ eden Resul.

İki ayrı otoriteyi aranızda hakem yapın demiyor. 

Aslında aynı şey demek olan Allah'ın ayetleri ve bu ayetleri olduğu gibi onlara aktaran, aralarında yaşayan, canlı, konuşup irtibata geçtikleri Resulü hakem yapın deniyor. 
Bu kadar açık ve net. 

Allah'ı ve ayetlerini ayrı hakem yapın, Resülünü ayrı hakem yapın diye birşey sözkonusu bile değildir.

2. AYET

 (A'RAF/157)

''Onlar ki, ellerindeki Tevrat ve İncil’de tanıtılmış bulacakları RESUL’ÜN, o ÜMMİ NEBİ'NİN izinden gidecekler; O Resul, onlara iyiliği emredip kötülükten sakındıracak; temiz ve yararlı şeyleri onlara helâl kılıp, pis ve zararlı şeyleri onlara yasaklayacak; sırtlarına vurulmuş ağır yüklerini indirip, öteden beri özgürlüklerine vurulan zincirleri çözecek. Sonuçta ona inanan, onu el üstünde tutan ve onu destekleyen ve ona yücelerden bahşedilen ışığın ardına onunla birlikte düşenler kurtuluşa eren kimseler olacak.'' (A'raf/157)

Bu ayeti anlamak için öncesindeki ayetleride dikkate almak gerekir.Önceki ayetlerde Musa (A.S.)'nın  İsrailoğullarını firavundan kurtarışı, ardından Allah ile 40 günlüğüne buluşması, Tevrat levhaları ile kavmine döndüğünde böğürebilen buzağıyı ilah edinmeleri, Musa (A.S.)'nın öfkesi, 70 adamıyla Allah ile buluşma için gittiklerinde zelzele olması ve Musa (A.S.)'nın Allah'a tövbe ve af dilemesi, ardından Araf/156'da yüce Allah'ın ''rahmetimi dilediğime veririm, sakınanlara, zekatı verenlere, ayetlerime inananlara'' diye buyurması anlatılır. 

Araf/157'de bunların yani yahudilerin Allah'ın vahyini bildiren, inandıkları Tevratta kendilerine geleceği bildirilen Resul olan Muhammed (A.S.)'e  yani ümmi Nebi'ye uymaları ve iman etmeleri emrediliyor.

Nebi'mize nübüvvet geldiğinde ehli kitabın ve õzellikle yahudilerin   (Ümmi demek ehli kitaptan olmayan, özellikle yahudilerin kendi kavimleri ve inancında olmayan toplumlara verdikleri isim) kendilerinden olmayan yani ümmi bir Nebi'ye iman etmeleri bizzat kutsal kitapları Tevrat'ın emridir. Küstah ve kendilerini ayrıcalıklı gören, ümmi diye aşağılayarak tanımladıkları,  diğer toplumlara mensup bir insana Nebilik verilmesi ve O'na iman etmelerinin istenmesi Allah'ın yüceliğini göstermektedir.

İsrailoğullarına Tevrat'ın bildirdiği emir  ve yasakları yahudi din adamlarının ayetleri tahrif edip, değiştirerek kendilerine haram kıldıkları temiz ve iyi şeyleri HELAL,  kendilerine helal kıldıkları kötü ve pis şeyleri HARAM kılacak ümmi Nebi olan Muhammed Resul'e iman etmeleri emrolunmaktadır. Yani A'raf/157 de yüce Allah'ın ehli kitaba ve õzellikle YAHUDİLERE tek kurtuluşun son Nebi olarak gönderdiği Muhammed Resule iman etmeleri olduğunu bildiriyor.

Kendi dinlerini değiştirerek olmayan şeyleri helal-haram kılmalarının yoldan çıkmaları sonucunda olduğunu, son Nebi olarak gönderdiği Muhammed Resul'ün onlara temiz ve iyi şeyleri helal, kötü ve pis şeyleri haram kılacağını bildiriyor.

Bir önceki ayette Musa (A.S.)'nın  duasına karşılık verildikten sonra Kur'an bu vesileyle İsrailoğulları'nı  Muhammed Resul'e tabi olmaya davet eder. 
Demek istenilen şudur: ''Musa (as) zamanında, Allah'ın rahmetinin üstünüze gelmesini sağlayan şartlar halen caridir, ve bu da sizin bu Resule  inanmanızı gerektirmektedir. Allah'ın rahmetinin, kendilerini isyandan koruyan ve ondan kaçınan kimselere gönderildiği size anlatılmıştı. İşte şimdi de aynı şekilde Allah'ın görevlendirdiği Elçilerin rehberliğini kabul etmemekten daha büyük itaatsizlik yoktur. Binaenaleyh siz bu isyânkârlıktan vazgeçmezseniz, ufak tefek ve önemsiz bazı dinsel ayrıntılarda gösterdiğiniz sofuluktan başka erdemin diğer unsurlarından hiçbirini elde edemezsiniz. 

Allah'ın rahmetine erebilmeniz için zekât ile emrolunmuştunuz, bugün ise zekâtı harcamaya en uygun tek yol, şu anda içinizde bulunan Allah Resul'ünün liderliği altında sürdürülmekte olan "Hak dinin ikamesi" mücadelesine katkılarda bulunmaktır. Zira zekâtın esas hedefi ancak bu şekilde elde edilebilecektir. Allah'ın, rahmetini vahye inananların üzerine yazdığı size daha önce haber verilmişti. Bundan dolayı, eğer siz, Allah'ın Resûlü'ne indirmekte olduğu vahiyleri reddederseniz, Tevrat'ın içindeki vahiylere inandığınızı iddia etseniz bile, "bu son şartı yerine getirmemiş olacaksınız."

Burada, Muhammed Nebi  için "Ümmî" kelimesinin kullanılmış olması oldukça anlamlıdır. Bu lakap burada, kendilerinin dışındakilere "Ümmîler" (Gentile) diyen Yahudilerin bu kavmî gurur ve küstahlıklarını kırmak için kullanılmıştır. Bu konuda o kadar küstah idiler ki, bir ümmiyi kendilerine lider olarak tanımak şöyle dursun, bir millet olarak kendilerinden olmayan kimselere en temel insan haklarını bile tanımaya hazır değildiler;

 "Ümmîlere karşı bizim herhangi bir sorumluluğumuz yoktur..." (Al-î İmran/75)

diye iddiada bulundular. Bundan dolayı "Nebi" sözcüğünden önce "Ümmi" kelimesini kullanmış olmakla sanki Allah şöyle demek istemiştir: 
"Şimdi sizin kurtuluş ve selametiniz ancak bu Ümmî Nebi'ye uymanıza bağlıdır. Eğer siz ona uyarsanız, rahmetimden nasibinizi alırsınız, aksi halde, içinde bulunduğunuz dalâletten ötürü asırlar boyunca müstehak olduğunuz gazap sürer, gider."

A'raf/157'de bu gerçekler ifade edildikten sonra yahudilere daha önce Tevrat'ta geleceği bildirilen Allah Resulü'nün aralarında olduğu, ''O'na indirilen Kur'an hükümlerine göre Allah'ın belirlediği  helal ve haramların kendileri için de geçerli olduğu bildirilmektedir.  

Yani, "O (Resul) , Allah'ın kendisine indirdiği ayetlerde belirlediği esaslara ve hükümlere göre, daha önce yahudilerin kendi kendilerine haram kıldıkları temiz ve iyi şeyleri onlara helâl, yine kendilerinin helâl kıldıkları kötü ve zararlı şeyleri de haram kılar."

Yani, "O (Resul), ufak tefek meseleleri bile kılı kırk yararak çok büyük ve mühim meseleler haline getiren fakihlerin, dinî liderlerin takat getirilemeyecek sofuluk anlayışlarının, ve avamdan insanların telkin ettiği bâtıl inanç ve talimatların, kendilerine yüklediği bunaltıcı külfetlerden onları kurtarıcıdır. Ve ayrıca da, bizzat gene kendilerince uydurulup hayatlarını sımsıkı sarıp sarmaladıkları birtakım kayıtlardan da onları kurtarıp özgür kılacak olan da yine bu Nebi'dir."

Tabi burda önemli bir saptama yapmak lazım. Bu ayette yahudilere uydurdukları helal-haram kuralları yerine, yüce Allah indirdiği son din ile Muhammed (A.S.) aracılığıyla gerçek helal ve haram hükümlerini bildirmiş oluyor.

 ''Yani Nebi'miz kendi kendine Allah'ın hükümleri dışında helal ve haram bildirmemiştir, bildiremez.''

Maalesef bu gelenekçi din zihniyeti diye adlandırılan kesimin yanlış bir şekilde Nebi'mize olmayan özellikler yüklemeye çalıştığı ve istismar ettiği ayetlerden biride Araf-157'dir. Allah Kur'an da açık ve net bir şekilde buyuruyor ; 
''Resul sadece kendisine indirilene uyar. Vahyi eksiltmeden-ilave etmeden sadece  bildirmekle mükelleftir. Vahye bir harf, bir kelime ilave ederse O'nu şah damarından yakalarız ve kimsede buna engel olamaz buyuruyor''. 
O yüzden kimse Muhammed (as)'e kendi zihniyetine uyacak NEBİ profili oluşturmak için, Allah'ın sözlerini eğip būkemez. 

Uydurma hadislerle oluşturulan ve haşa nerdeyse ilahi özellikler yüklemeye çalıştıkları NEBİ olgusunu desteklemek veya kanıtlamak adına Allah'ın ayetlerini bu tür yanlış açıklamalar yaparak saptırmak büyük vebal doğurur. 

3. AYET

 (AHZAB/36 )

''Allah ve Resulü bir işi kesinleştirmişse, inanıp güvenmiş bir erkeğin ve kadının, o konuda tercih hakkı olmaz. Kim, Allah'a ve Resulüne baş kaldırırsa açık bir şekilde sapmış olur.''

Muhammed (A.S.)'in Allah'ın Elçisi olarak getirdiği Kur'an'da, onun müminlere örnek olmakla görevli olduğu hükmü yer alır (Ahzab/21). 

Evlatlığı Zeyd, eşi Zeyneb’i boşamak isteyince onu bir korku sarmıştı. 

Çünkü Nisa/23’te, öz oğulların boşadıkları eşleriyle evlenilmesi yasaklanmış ama evlatlıkların boşadıkları eşler, bu yasağın dışında bırakılmıştı. Allah, evlatlıkların boşadığı kadınlarla evlenme konusunda O'nu örnek yapmak için Zeynep ile evlenmesini emrederse O, halkın karşısına nasıl çıkardı. Aynı sıkıntı Zeynep için de geçerliydi. 

İşte bu âyette sözü edilen mümin erkek; Muhammed aleyhisselam, mümin kadın da; Zeynep'tir. 

Bu âyet, her ikisini de uyarmakta ve Allah’ın, yapılmasını istediği bir konuda, ikisinin de bir tercih hakkı olmadığını bildirmektedir. Bundan sonraki takip eden ayetlerde okursanız konunun ayrıntıları vardır.
Yani diğer ayetlerde olduğu gibi bu ayetteki asıl mesajın üstü örtülerek, Resul için Peygamber çevirisi yapılarak, Allah'ın ayrı, Peygamberin ayrı karar aldığı yanıltması yapılmak istenmektedir.

Burdaki ifadede bir konuda Allah ayrı, Resulü ayrı karar vermiyor. ''Allah ve Resulü'' kalıbı=Kur'an bir konuda kesin karar vermişse inanan kadın ya da erkek bu konuda artık tercih hakkı olamaz deniyor.

Yani üvey evlatlarının boşadığı eşleriyle evlenilmesi kuralını uygulama konusunda, Allah ve bunu bildiren ayetleri ve bu ayetleri tebliğ eden Resul kesin karar vermişsse artık bu konuda kimsenin tercik hakkı olamaz deniyor.

Allah ayrı karar alır, Resulü ayrı karar alır demiyor.

4. AYET

 (TEVBE/29)

''Kendilerine Kitap verilmiş kimselerden Allah’a ve ahiret gününe inanıp güvenmeyen, Allah ve Resulü'nün haram saydığını haram saymayan ve bu doğru dini din edinmeyen kimselerle, küçük düşüp o cezayı elleriyle verecek hale gelinceye kadar savaşın.''
(Tevbe/29)

Allah’a inanmamak onu yok saymak değil, ona güvenmemektir. 

Ahirete inanmamak da onun olacağından emin olamamaktır.

Aynı hata bu ayettede yapılıyor.

Allah ve Resulü Kur'an'da bir çok ayette geçer ve kalıp olarak ''Allah ve Resulü'' olarak kullanılır. Burdaki kullanım da Allah ayrı Resul ayrı değildir. Hem anlam olarak ve hem de işaret edilen olarak burdaki ''Resul'' kelimesi aynı şeyi ifade eder. Hem ''Kitap Resul'' yani Kur'an, hem de Beşer Resul olarak yani Muhammed Resul olarak alınabilir. Resul Allah'ın ilahi mesajının bizzat kendisi olabileceği gibi, bu mesajı getiren olarakta alınabilir. Resul kavramı her iki durumda da Allah'ın ayetlerini veya bu ayetleri olduğu gibi aktaran Resulünü ifade eder. ''Allah ve Resulü''= Kur'an demektir.

Ayette Resul geçtiği halde gelenekçi zihniyet, burda da Peygamber diye tercüme ediyor. 

O zamanda helal-haram hükmünü koyanın Nebi olan yani kendi beşer özellikleri ile düşünüp, karar verip konuşan Muhammed (A.S.) DEĞİL, Resul olan ve sadece vahyi tebliğ eden, vahyi olduğu gibi aktaran Muhammed (A.S.)'in ağzından çıkan ilahi emirler yani Kur'an, dolayısıylada bu sözlerin sahibi olan yüce Allah'ın olduğunu ıskalıyorlar.

5. AYET

 (HAŞR/7)

''Ey inanıp güvenenler! Allah'ın elçisine ''fey'' olarak verdiği şeyler için siz, ne at ne de deve koşturdunuz. Ama Allah, elçilerini, tercih ettiği kimselere üstün kılar. Allah, her şeye ölçü koyar.

Allah'ın, o kentlerin halkından alıp Elçisine ''fey'' olarak verdiği şeyler; Allah için, elçisi ve yakınları için, yetimler, çaresizler ve yolcular içindir. Böylece onlar, içinizden zenginler arasında dolaşan bir servet haline gelmez. 
"Elçi size ne verirse onu alın ve sizi neden men ederse ondan geri durun". Allah'tan çekinerek korunun; Allah'ın cezası pek ağır olur

O mallar, özellikle Allah’ın ikramını ve rızasını elde etme, bir de Allah’a ve Elçisine yardım etme arzusu taşıdıklarından dolayı, yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan muhacirler içindir. Özü sözü doğru olanlar işte onlardır."
(Haşr/6-7-8)

Fey, düşmanın, savaşmadan çekildiği yerlerden ele geçen ganimetlerdir.

Savaşmadan elde edilen feylerin paylaştırılma yöntemi ile savaşarak ele edilen ganimetlerin paylaştırılma yöntemi farklıdır.

Feyler, 7. ayette belirtildiği gibi kamuya mal edilmek üzere belirtilen kişilere dağıtılırken, ganimetlerin şartları ve paylaştırılması farklıdır. (Bkz. Enfal /41.)

Haşr/7  ''Resul size neyi verirse onu alın, sizden neyi men ederse ondan geri durun'' ayeti, savaşmadan kazanılan ganimetlerin (fey) paylaşımı için indirilmiş ayettir.
 
Çünkü fey dağıtımı sırasında kendilerine neden mal dağıtılmadı diye itiraz edip sorun çıkaranlara yüce Allah bu ayeti indirerek ganimetlerin (fey) dağıtımı konusunda Resule itiraz edilmemesi ve O'na uyulması gerektiğini bildiriyor.

Tabi maalesef gelenekçi din zihniyeti burada da haşa hadislerinde ayet sayıldığını kabul ettiği için, hadislere kesin imanın gerektiği inancına alt yapı hazırlamak adına Haşr/7'nin sadece bir kısmını cımbızlayarak  "Peygamber size neyi verirse alın neyi yasaklarsa ondan uzak durun" kısmını almış, ayetin tamamını, öncesi ve sonrası, bağlamını ortaya koymadan kendi çıkarları için kullanmışlardır.

6.AYET

(CİN/27)

"Gaybı O bilir, gizlisini kimseye açmaz;
Ancak elçi olarak seçtiği başka. Allah, bu elçilerin her türlü durumlarını ilmiyle kuşattığı ve her şeyin sayısını belirlediği halde, Rablerinin mesajlarını tebliğ ettiklerini ortaya çıkarmak için onların önlerinden ve arkalarından gözcüler gönderir."
(Cin / 26-27-28)

Gaybı yalnızca Allah’ın bildiği, bu konuda O’nun hoşnut olup seçtiği Elçinin dışında (cinler dahil) hiç kimseye bilgi vermediği ifade buyurulmuştur. 

Allah’ın hoşnut olup seçtiği Elçiden maksat Peygamberler, onlara bildirdiği gayb bilgileri ise ilâhî vahiyler ve haberlerdir. Ki bunlar da onların Peygamber olduğunu gösterir. 

Meselâ Rasulullah'a kıyamet gününde ve âhirette meydana gelecek olaylar vb. birçok gayb haberini içeren Kur’an vahyedilmiştir.

Yani gayb bilgisi sadece Allah'a özgü bir kavramdır. Allah Resulü dahil Allah'tan başka kimse gayb ile ilgili bilgilere sahip olamaz.

Ayette belirtilen gayb ile ilgili bazı bilgilerden kasıt, Kur'an'da ve önceki kutsal kitaplarda Allah'ın Elçilerine vahiy içerisinde bildirilmiş olan, geçmiş yada gelecek ile ilgili bazı kıssalar/ haberler/örneklerdir.

Allah'ın bundan muradı, ilahi mesajı insanların tam olarak anlamalarını sağlayacak bilgilerden Elçilerini haberdar etmektir. Bu bilgiler de zaten vahiy içinde anlatıldığı için sadece Elçiye özgü bilgiler değildir. 

Gelenekçi din zihniyetinin iddia ettiği gibi Resul kendiliğinden gayba ait bilgi sahibi değildir, Kur'an a göre gayba ait bilgi sadece Allah'a aittir. Resul sadece kendisine vahiy ile bildirildiği kadar gayb bilgisine sahip olabilir.

Gaybın sadece Allah'a ait bilgi olduğuna dair Kur'an'daki bazı ayetlere bakalım ;

Allah, resullerini bir araya toplayacağı gün onlara: “Nasıl karşılandınız?” diye soracak, onlar da “Bizde bir bilgi olmaz; bütün gaybı (her şeyin içyüzünü) sen bilirsin” diyeceklerdir.
(Maide/109)

Muhammed De ki “Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gizli bilgileri (gaybı) de bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Bana ne vahyedilirse ben ona uyarım.” De ki “Gören ile görmeyen bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?”
(En'am/50)

Muhammed De ki “Allah, gerekeni yapmadıkça kendime bile bir fayda sağlamaya veya zarar vermeye gücüm yetmez. Eğer gizli şeyleri (gaybı) bilsem, daha çok malım olurdu, bana bir kötülük de dokunmazdı. Ben, inanıp güvenen bir topluluğu sadece uyarmak ve müjdelemekle görevliyim.”
(Araf/188)

Göklerin ve yerin bütün bilinmeyeni (gaybı) Allah’a aittir. Kıyamet saati göz açıp kapama kadardır, belki daha da yakındır. Allah her şeye bir ölçü koyar.
(Nahl/77)

De ki; “göklerde ve yerde olan gaybı Allah’tan başka kimse bilemez. Onlar ne zaman yeniden diriltileceklerini fark edemezler.”
(Neml/65)

Bütün gizli bilgileri (gaybı) bilen Allah'tır. O, gaybını kimseye açmaz;
(Cin/26)

Sonuç olarak, uydurulmuş din zihniyetinin Allah Resulü'nü gerçek konumundan alıp, uydurdukları din içerisinde farklı bir konuma getirmek için;
yani bazı ilahi yetkileri Resul'e atfederek, uydurdukları rivayetlere vahiy statüsü kazandırmak ve topluma uydurma hadisleri doğruymuş gibi göstermek adına,
ayetleri olduğu anlamlardan farklı göstermeleri ve bunu insanlara bu şekilde inandırmaları herşeyden önce Allah'a ve Resulüne iftiradır.

Kur'an'ın gerçek mesajları ancak temiz bir kalp, aklını hiçbir beşeri sisteme kiralamamış, sorgulayan, araştıran, sağlam bir iman ve Tevhid esasına uygun bir zihniyet elinde doğru yorumlanıp, algılanabilir.

Selam; aklını kullanan, sorgulayan, araştıran, yalnız Allah'a güvenen, sadece Kur'an'a uyup uygulayan ve sadece Kur'an'dan konuşan Rasulullah'ın örnekliğinden ayrılmayan  müvahhidlere olsun.

YORUM EKLE