ADIYAMAN BEDDUALI MI?

Tarihi boyunca Hitit, Mitanni, Frig, Asur, Kummuh, Pers, Kommagene, Roma, Hamdani, Memlük, Bizans, Emevi, Abbasi, Anadolu Selçukluları, Dulkadiroğulları, Osmanlı ve nihayetinde Türkiye devletlerinin egemen olduğu bu şehir her seferinde bir başka şehrin yöneticilerinin takdiri kadar nasiplenmiş.. Tarihi boyunca yoksulluğun ve yoksunluğun yaşandığı Adıyamanımız beddua mı almış? Şeyh Muhyiddin Arabi'nin ilimize beddua ettiği doğru mu? Sizin için araştırdık...

ADIYAMAN BEDDUALI MI?

Rivayet odur ki, yıllar önce Şeyh Muhyiddin Arabi Adıyaman'a gelmiş, onun ilmine inanmayan Adıyamanlılar ispat istemiş, o da bir çocuğu yanan odun fırınına atmış ama çocuk yanmamış ve sağlıklı bir şekilde fırından çıkmış ama Adıyamanlılar yine de inanmamaya devam etmiş.. durum böyle olunca "Şeyhü'l Ekber" lakaplı bu zat da "sizin iki yakanız bir aray gelmesin" diye beddua etmiş, diğer bir rivayette ise "sizin keliniz, körünüz, topalınız eksilmesin" demiş...

Bu iddialara bakarak şehrimizin halini gözönüne getirince yoksulluğu ve sahipsiziliğini görüyoruz ve üstüne üstlük 1980'lı yılların başına kadar nüfusun büyük bölümü kel, topal ve körlerden oluşuyordu... (bu sağlık sorunumuz geçen 40 yıl içerisinde giderek azaldı ve şu anda ülke ortalamasına yakın bir düzeydeyiz ama) sonuç itibarıyle bütün bu verilere bakınca Adıyaman'ın beddua aldığı görüşüne kapılıyoruz..

Şöyle ki;

Dünyanın toprak ve ürün çeşitliliği bakımından en verimli, iklim bakımından en şanslı, yer altı maddenleri bakımından en zengin, üç tarafı suyla çevrili, Allah'ın biricik Peygamberi Hz. Muhammed'in övgüsüne mazhar olmuş güçlü, çevik ve zeki insanlarına ve askerlerine sahip, kısacası maddi ve manevi anlamda en zengin ülkesi olan Türkiye'nın bütün bu özelliklerini bünyesinde barındırdığı için de en şanslı şehri olan Adıyaman'ın yoksulluğu ve yoksunluğu yürek burkuyor...

Palanlı mağarasındaki duvar resimlerine göre üzerinde tarihin bilinen en eski yerleşim yerlerinin izi var... Palanlıda yapılan incelemelere göre kent tarihi M.Ö. 40 bin yıllarına kadar uzanıyor... Samsat-Şehremuz Tepe'deki tarihi bulgulara göre de M.Ö. 7 bin yılına kadar Paleolitik, M.Ö. 5 bin yıllarına kadar Neolitik, M.Ö. 3 bin yıllarına kadar Kalkolitik ve M.Ö. 3 bin ile M.S. bin ikiyüz yılları arasında da Tunç Çağı dönemlerinin yaşandığı anlaşılan bu şehir Moğolların bölge şehirlerine yönelik saldırıları dışında hiç savaş görmemiş sayılıyor.

1393 yılında Timurlenk'in yağması dışında da gözle görülür bir zulüme de maruz kalmamış çünkü her seferinde bir başka komşu şehre bağlı olduğundan o şehirler el değiştikçe Adıyaman'ın yönetimi de otomotikman el değişmiştir...

Tarihi boyunca Hitit, Mitanni, Frig, Asur, Kummuh, Pers, Kommagene, Roma, Hamdani, Memlük, Bizans, Emevi, Abbasi, Anadolu Selçukluları, Dulkadiroğulları, Osmanlı ve nihayetinde Türkiye devletlerinin egemen olduğu bu şehir her seferinde bir başka şehrin yöneticilerinin takdiri kadar nasiplenmiş..

Diyeceksiniz ki "Kommagene Krallığı döneminde de" mi kısmeti yokmuş, "evet" derim.. O zaman da Kralın yazlık sarayından gelecek komutlara bağlı yaşayan bu şehrin gariban halkı tarihi boyunca hiç zengin olamamış... Olmuşsa da tarihi kayıtlarda böyle bir veri göremiyoruz ve haklı olarak "yoksul ve yoksun bir kentin evladıyız" diyerek için için efkârlanarak tarihin en acıklı türkülerini ve halk oyunlarını üretmişiz..

Bütün bu verilere bakınca da (yukarıda belirttiğim gibi) haklı olarak "beddualı mıyız" diye kendi kendimize soruyoruz...

Adıyaman'da Bugün Gazetesinde arkadaşım Naif Karabatak ile beraber 13 Mayıs 2005 tarihinde gerçekleştirdiğimiz "Hafta Sonu Sohbetleri" dizisinde konuğumuz olan Dursun Çavuş Camisinin Rahmetli İmamı Ali Koçak'a "Adıyaman Beddualı mı" diye sormuşuz...

7 Aralık 2014 tarihinde vefat eden (Adıyaman tarihinde önemli bir yere sahip) Rahmetli Ali Hocamızın anısına ölümünden iki gün sonra Günebakış Gazetesinde yeniden yayınlanan bu çalışmamızda Hocamızdan aldığımız cevap şöyle;

"Öyle söyleyenler var. Şeyh Muhyiddin Arabi Hazretleri beddua etmiş deniyor. Fakat o gerçekten büyük bir zat ise beddua etmez. Büyük insanlar beddua etmez. Bence bu bir yakıştırmadır."

Her ne kadar safsata da olsa bu iddianın resmen çürütülmesini şahsen önemsiyorum, çünkü yukarıda da ifade ettiğim gibi "Şeyhü'l Ekber" gibi yüce bir unvana sahip olan Şeyh Muhyiddin Arabinin ismini bu saçma iddiaya karıştırarak (çoğumuz) bilmeden vebal alıyoruz...

Besni Güncel Gazetemizin 4 Şubat 2013 tarihli sayısında Hocamız Kenan Göksu'nun makalesinde de hakkında çok detaylı bilgi bulabileceğimiz Şeyh Muhyiddin Arabi Hazretleri 1165 yılında Endülüs Devleti Hakimiyetinde bulunan (şimdiki İspanya) Mürsiye kasabasında doğdu.

Ömrü boyunca çok seyahat eden Şeyh, 1202 ylında Malatya'ya gelmiş, bir süre kalıp Konya'ya, oradan Halep, Kudüs ve Mekke'ye gidip tekrar Konya'ya dönmüş ve nihayetinde 1218'de tekrar Malatya'ya gelerek bu şehrimize yerleşmiştir. 1202'de Adıyaman şehir merkezi küçük bir köymüş, hiç bir resmi belgede Şeyh'in Adıyaman'a gelip gelmediğine dair kayıt bulunamamış olsa da Malatya'ya gidiş gelişleri esnasında ilimize uğramış olması da ihtimal dahilindedir. 1240 yılında yani 75 yaşında vefat eden Şeyh, Şam’ın Salihiye mevkiine gömülüdür.

Gelelim Adıyaman'ın geçmiş yıllardaki saç, görme be bedensel anlamdaki özürlü nüfusuyla ilgili gerçeğe;

Bu sorunun cevabını da Rahmetli Ali Koçak Hocamızdan (aynı röportajımızda) almışız; ".. eskiden Adıyaman kale ve çevresiydi. Birkaç mahalleden ibaretti. Şimdi bayağı büyüdü ve güzelleşti. Eskiden sokaklarda çamurdan geçilmezdi. Sağlık açısından da çok kötü durumdaydık. Biliyorsunuz Adıyaman bir zamanlar görme özürlüleriyle meşhurdu. Trahom hastalığı vardı. Şimdi çok şükür kalmadı. Eskiden ağrımayan göz yoktu. Her evde mutlaka ve herkesin gözü ağrır ve şişerdi. Bit olmayan ev yoktu. Siz ne kadar temiz olursanız olun, temiz olmayanlardan mutlaka size de sinerdi. Ama şimdi çok değişik."

Ali Hocamızın bu net cevabına bir paragraf da ben eklemek istiyorum; "Tarih boyunca iktidarlara üretim yapan Adıyaman halkı maalesef bunun karşılığını hiç alamamış. Her türlü lükse diğer şehirler kullanıp eskittikten sonra ağa ve beylerin lütfettiği kadar ulaşan bu yoksul ve yoksun şehrin halkı sağlıklı beslenememiş, sağlıklı beslenmeyen annelerin doğurduğu bebeklerimiz ya anne karnında ya da büyüme çağında sakat kalmış, zayıf düşmüş ve hep stresli bir hayat yaşayan insanların da doğal olarak saçları dökülmüş.. Böylece o yıllarda hem topalımız, hem körümüz ve hem de kelimiz mevcutmuş..

En iyisini tıp doktorları bilir ama ben bunun dışında bir tarif ve açıklama düşünemiyorum...

(Bu arada hiç özrümüz yok da diyemeyiz; zira Türkiye genelinde olduğu gibi Adıyaman'da da okuma oranı oldukça düşük.. yani okuma özürlüyüz.)

Mehmet Emin Danış

Güncelleme Tarihi: 20 Kasım 2020, 13:47

adiyamandogruhaber

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER