OKUMAK ÜZERİNE

Bir ara ÖSYM de Salon başkanı olarak sınav sorumlusu idim. Her zaman başkanın yanına bir gözetmen verilir. Benim gözetmenim ben sınıfa girdikten sonra geldi.. Ne selam verdi ne yüzüme baktı; elinde bir kitap; geçti bir köşede okumaya başladı.. Sınavın başlamasına 25 dakika falan var.. 15 dakika kala kağıtları dağıtacağız.Kalktı geldi kağıtları alarak gayet ciddi bir şekilde dağıttı.. Sınavı başlattık; O tekrar geçti bir köşeye oturdu, kitabını açtı biraz okudu kapattı filan.. Ben merak ettim acaba ne okuyor diye; göz ucuyla baktım kitabın üzerinde "Alfred Adler, İnsanı Tanıma sanatı" yazıyordu.

İşte bu, kitap okumanın fetiş haline gelmesine güzel bir örnek. Okuduğun kitap seni insandan, doğadan, sosyal çevrenden koparıyorsa, insanla Evren'le kuracağın bağ noktasında sana yardımcı olmuyorsa burada yazılı metinleri okumak ile okumak arasında derin bir fark olduğu ortadadır. İnsana selam vermeyi bilmiyorsan İnsanı Tanıma Sanatı adlı bir kitabı okumanın anlamı ne olabilir?

Aynı şey kutsal kitaplar için de geçerlidir. Sanırım Peygamber Efendimiz "Kur'an insanlar onunla amel etsinler diye indirildi, ama bir kısmı onu okumayı amel edindiler" mealinde bir rivayet duymuştum.

O yüzden yazılı metin okumak bir amaç değildir. İki kapak arasına alınmış her şey kitap özelliği taşımaz. Aslında kitap yazılı metinlerin çok ötesinde bir anlama sahiptir. Evren de bir kitaptır, insan da bir kitaptır. Mesele evrene ve insana doğru yaklaşmayı bilmektir. Bu da insanın varoluşunun saflığı ekseninde mümkün olacaktır.

Metinler evren kitabının bir parçası olduğumuzu bize hatırlatıyorsa, evren kitabı ile aramızda bağ kurmamızı sağlıyorsa, varlığa değer vermemiz gerektiğini; doğaya saygı duymamız gerektiğini anlatıyorsa bu metinler bizi yabancılaştırmayacaktır.

Değilse eğer kitap okumayı bir amaç değil, ayrıcalık olarak gördüğümüzde bu bizi başkasından soyutlayacak seçkinci bir duruma itecektir ki bu durum Kâinat kitabı ile aramızda bir kopukluk yaratmış olacaktır. Çünkü hepimiz; evrende yaşayan herkes kâinat cümlesinin harflerinden ibaretiz. Bu yüzden okumak yazılı metinler okumak ile ilgili değildir. Okumak anlamaya çalışma çabasıdır. Bazen iki kapak arasına alınmış metinler, okuma yetimizi elimizden alabilir, bizi kör, sağır ve dilsiz kılabilir.. Bu yüzden metinleri fetiş haline getirmek yanlıştır..İki kapak arasına alınmış her şey değerli değildir..

Anlamaya çalışmak da öncelikle ahlaki bir duruşa sahip olmakla mümkündür. Bu ahlaki duruşun özünde anlama istenci ve "kendin için istemediğini başkası için de isteme" öğretisi vardır..İki kapak arasına alınmış fikirleri bile anlayabilmek için doğru bir duruşa sahip olmamız gerekir.

İnsan kendinden yola çıkarak doğayı, tarihi, toplumu sağlıklı bir biçimde okuyabilir. Kur'an'da evrenin tarihin insanın doğanın ayet olduğu söylenir. Bunlar varlık kitabının cümleleridir. Bu kitabı doğru okuyabilmek yaratan Rabb'inin adıyla yola çıkmakla olur. Yaratan Rabbin adıyla okumak demek madde ötesi bir duruşa sahip olmakla ilgilidir, bu konuda çok sayıda ayet bizi uyarır.

En uyarıcı ayet Araf suresi 146. ayettir. Kuranın insanın ahlaki duruşuyla anlamak arasında kurduğu bağ önemlidir. Orada "yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri ayetlerimden(evrendeki işaretlerimden) uzaklaştıracağım" ifadesi bu durumu vurgulamaktadır. Dolayısıyla kitap okuyup da hem insanlığa, hem kendine bir hayrı olmayan birçok insanı görmemizin sebebi bu ahlaki duruştan yoksun olmalarıdır.

Batı dünyasında "anlamak için inanıyorum" ya da "saçma olduğu için inanıyorum" ifadeleri aslında anlamanın inançla alakalı olduğunu vurgular ama bu inanç çok belirgin bir kavram olmadığı için; -yani dogma ile dejenere olabilme potansiyeli olduğu için- bu tarz bir inanç da insanı yanlış yönlendirebilir ve bir yanlış üzerinden hayata yabancılaştırabilir.. Bu yüzden ahlaki okuma, anlamanın özüdür. Çünkü ahlaki okuma bütün insanların üzerinde anlaştığı ortak bir zemindir. Bunun alfabetik okuma yazma bilmeyle alakası yoktur.

Okumak doğru yola ulaşmada kılavuz olacaksa (hidayet) temelinde herkesin iyisini isteyen bir üst bakışa ihtiyaç bulunmaktadır. Bunun da takva kelimesi ile de ortaya konulduğu görülür. Saygı ile boyun eğme durumudur bu. Herkes değil, takva sahipleri doğru yolu bulabilir.

Kısacası Metin saltbaşına bir değer ifade etmez. İki kapak arasına alınmış cümleler salt başına bir anlam ifade etmez. Kâinat kitabını ve onun içindeki ayetleri, insanı, doğayı, tarihi okumak saygıyla boyun eğmek ve kibirden; ötekileştirmeden uzak durmakla olabilir.

İki kapak arasına alınmış öyle kitaplar vardır ki insanı hem kendisinden, hem evrenden, hem insanlıktan, hem tarihten koparmaktadır. Birçok ideolojik kitapların özünde bu vardır. İnsanı insana yabancılaştıran; insanı fantezi dünyasında yaşatan, insanı gerçeklerden koparan faraziyelerle, gerçek olmayan gündemlerle, hayali korkularla yabancılaştıran metinlerdir bunlar. Bu yüzden Carl Gustav Jung " kötü fikirler veba ve çiçek salgınından daha fazla insanin ölümüne sebep olmuştur" demektedir.

İki kapak arasına alınmış eserleri okumak kadar okumamak da değerlidir.

Peki, ne okumalı: Zamana direnen ve tarih içerisinde insanlığa katkısı olmuş veya katkı sunduğu bilinen metinleri okumak önemlidir.

Rüştünü ispat etmiş hayat ve insan arasında ilişkiyi kurmada bütün insanlığın teveccühünü kazanmış eserleri okumak her zaman insanı insana ve insan olma sürecine bağlar.

BÜLENT SÖNMEZ

YORUM EKLE