NORMALİN MUTLULUĞUNU YAŞAMAK

Yani bunları yazmak konusunda biraz tereddütlüyüm, çünkü saçma şeyler; biraz da (belki) 'yanlış anlaşılma ihtimali var' diye... Ama artık yanlış anlaşılma endişesinden de sıyrılmak istiyorum. Ben, beni bildikten sonra, kendimi anladıktan sonra, kimin hakkımda ne düşündüğünün 'önemi yok' diyorum ama var, ben çabuk etkilenen, modunu düşürmeye bahane arayan biriyim çünkü. Ama yazıcam.

...

Dün akşam, arkadaşıma gittim. Gece saat onbirde döndüm. Ben kendimi bildim bileli hava karardıktan sonra sokağa hiç yalnız çıkmadım. Kimse açık açık 'çıkma' demedi elbette ama öğretilmiş her şey 'çıkma'ydı. Çünkü karanlıkta kadının sokakta olmaması gerektiği aşılanmıştı bize. Bazen bu şeyleri nasıl öğrendiğimi merak ediyorum. Ne olmuş da bunun böyle olması gerektiğini düşünmüş ve ona göre yaşamışım?

Neyse; son üç-dört aydır belki de on kere akşam dışarı çıkmışımdır. İşte, dün akşam gelirken, o karanlıkta, nerdeyse insanın olmadığı o tenhalıkta bunu farkettim ve yürümek ayaklarımı yerden kesti. Mutluluk mu diyeyim, biraz daha özgür ya da, güçlü hissetmek mi ne, olduğunu bilmiyorum. Düşünün yani o kadar tanımadığım bir his ki adını bile koyamıyorum.

Sonra bu hissi yaşadığım diğer zamanları düşündüm.

Çalışmaya başladığım ilk gün de böyleydi. Eve dönerken kendimi kanatlanmış gibi hissetmiştim. Sanki kan sadece kalbimde kalmıştı, vücudumun diğer yerlerini hissetmiyordum. Çünkü yıllarca çalışmak istemiştim, gerçi sonra çalışmanın yanında ev işleri, yemek, çocukların okul sorumlulukları, kendi okulum, çay... gibi şeyleri aynı anda yüretmenin zorluğuyla ve iş yerinde (bana asla değil ama diğer) çalışanlara yapılan haksızlıklarla mücadele edemeyip bıraktım ama o ilk günü biliyorum işte...

Sonra şehir dışına ilk çıktığımızda sokakta sigara içtiğim gün mesela. Kimsenin umrunda değildim. “Ayıptır” değildi, “saygısızlıktır” değildi, “yollu kadın imajı” çizmiyordu. Başka bir gün yine şehir dışında saçımı (arabada) açtığım gün vardı misal; Bu (belki) çoğuna saçma gelecek ama camdan giren rüzgarı saç diplerimde hissetmek, o an ölseydim kesinlikle huzurla ölürdüm gibi bir şey!..

Denize girmekten nefret ettiğimi sandığım yılların sonunda geçen yıl kadınlar plajında suyu tenimde hissettiğim zaman vardı mesela. Yaşadığımı hissettiğim nadir anlardan biriydi. Ruhum yıkandı ya, bunu başka bir cümleyle açıklayamıyorum. Kıyafetle suya girmenin yapış yapış halinden nefret ediyormuşum meğer!

Geçen gün de sahilde kayalıklarda kitap okurken hırkamı çıkarıp tişörtle kaldığım gün vardı. Güneşle deniz esintisinin kollarımda birleştiği gün. Belki yarım saat sadece buna odaklandım. Harika bi şeydi…

...

Şimdi bunda ne var. Saçma gibi de tabi. Tam derdine tüküreyim kıvamında bir şeyler. Ama böyle. Bazen diyorum ki, ne kadar basit şeyler için mücadele veriyorum. Birinin doğuştan itibaren yaşadığı şeyler bana bu yaşta ne olduğunu bilmediğim hisler yaşatıyor.

Kızıyorum sonra, “yahu şunda ne var ki, benim elimden alınmış” diyorum?!

En çok da anne-babamı suçluyorum böyle olunca. Onları affetmem gerektiğini biliyorum, çünkü aslında asla suçlu olmadıklarını biliyorum. Yapabildikleri en iyiyi yapmaya çalıştılar. Hepimiz gibi ama en iyisi asla yoktu!

Ellerinden o kadar gelmişti. Belki üstünde düşünmediler birçok şeyin ama düşünmek de ellerinden gelmedi belki…

Ben düşündüğümü sanıyorum ama kaçırdığım bir sürü şey oluyor, bunları da farkediyorum sonra. Çocuklarımın yarın ki suçlusu da benim, bunu da biliyorum. Kısır bir döngüye hapsolduk resmen…

Ama bu sabah noldu. Ben yine suçlarken hayatımda olan birilerini, aslında bana birçok kapı da açtıklarını farkettim. Ben tam anlamıyla sevilmiş olsaydım, sevilmek için hiç mücadele etmek istemeyecektim, emek vermeden sevilmem gerektiğini düşünen biri olacaktım. Kimseyi kaybetme korkum olmayacaktı. Bu da benden hoşgörü, fedakarlık,vefa, emek gibi birçok şeyi alıp götürecekti. Sevmeyi bilmeyecektim yani.

İnsan eksik olanını hayatına alıyor bi yerde. Gözlerime bakılmasını istedim misal, bundan gözlere bakmayı öğrendim. Şefkat bekledim örneğin, bundan şefkatin ne olduğunu öğrendim. Merhamet araya araya merhameti öğrendim... Yani biz bize verilmeyeni öğreniyoruz sanki, en azından ben bazı şeyleri böyle öğrendiğimi düşünüyorum.

Şu yukarıda bahsettiğim, aslında sıradan olan ama benim yapamadığım ve yaptırılmadığım için de kızdığım şeyler… Bu sabah öyle düşündüm. İyi olmuş belki de; Belki de ot gibi yaşayıp gidecektim, hayatın sıradanlığı içinde bir şeylerin kimi için lütuf olduğunu anlamadan. Ve her şeye rağmen basit de olsa bazı şeyleri uğraş vererek kazanmanın mutluluğunu yaşamadan.

Çünkü şöyle bir şey dönüyor kafamda tüm bunların sonrasında "evet hata paylarımı da doldurdum ama beni ben yaptım. Üstelik beni kimse değil ben yaptım. Bana göre ben fena bir ben de değilim. Yapabildiğim en iyi beni yaptım. Almadım o şekli, girmedim kalıba, kendi çapımda aştım ya çerçevemi...” e daha nolsun?!

 ...

Görüyorsunuz işte, isteyince bir hayatın içinde Che Guevara gibi hissedebiliyorum. Sanki birazdan tuvalet fırçalayacak olan ben değilim; Çok ilginç gerçekten.

Hamdiye Kazdal DELİHASAN

YORUM EKLE
YORUMLAR
Feride Bektaş
Feride Bektaş - 2 yıl Önce

Hamide Hanım KARDEŞİM; Adiyaman'imdan bir karış ayrılamam derken kilometrelerce ötelerin (izmir) havasını solumak nasipte varmış .
Su anda okudugum yaziniz da ;ozlemini ancak yasanildiginda farkedilen insana dair yaşamanın ve özellikle batı bölgemizde siradanlasmisken Guneydogu'da ise buyuklerimizce gizli sözlü ya da sözsüz bir ogreti işlenmiş iliklerimize ta çocukluğumuzdan itibaren.Hele de KIZ ÇOCUĞU ISEN.
Hıc unutmam dört kuşak ikamet ettiğimiz Mara mahallesi( Gavur Mahallemiz. Bu arada Gavur Mahallesi Adıyaman Romanım Adıyaman'da gercek yasanilmisliklar -tarihcesi acisinda tam bir kaynak kitap diye dusunmekteyim)
Rahmetlik annem mahallemizin üst başında bulunan HARIK'TAN ( su kanali) ve alt başında ki fırından öteye gitmemeyi gittiğimizde nelerin olabileceğini korku dolu sözlerle anlatırdı.Bir annem mi (?) Mahalledeki tüm anneler sözleşmiş gibiydi...
AKŞAM KARANLIGINDA ise annelerimiz kapı ağzına sohbet ettiklerinde aslında sohbet bahaneydi biz kiz çocuklarını göz hepsinde tutmaktı gayeleri.. akşamları sokakta gündüzde kalan sokak oyunlarımıza devam ederdik.
Büyüklerimizin içimize saldığı akşam karanlığı korkusunu canım Adiyamanimda 50 yaşımda dahi hissettim.Ta ki Izmir'e gelinceye dek...
Ancak izmır'e geldikten sonra ve bu korkudan ancak bu yasimda kurtulabildim.
Kalemdesim daha anlatilacak cok sey var Harika bir konuyu kaleme almişsiniz sizi gönülden kutluyorum.Basariniz daim olsun. IZMIR'DEN Selam ve sevgiler.

Hamdiye Kazdal Delihasan
Hamdiye Kazdal Delihasan - 2 yıl Önce

Boş yere dememişler eşekten düşeni eşekten düşen anlar diye. Bizi anladığını dile getiren her ses yalnızlığımızdan bir parça götürüyor ve dünya kısa süreli de olsa güzelleşiyor. Sizin adınıza sevindim. Güzel dilekleriniz için teşekkür ederim