MEKÂNIN CAZİBESİ YA DA BİR ŞEHİRDE NİÇİN YAŞANIR?

Türkiye'de maalesef düzensiz ve dengesiz göç tarihle ve doğa ile ilişkisi kesilmiş kentler üretmiştir. Köylerden kentlere, kentlerden metropollere doğru amansız bir göç hareketi ile belli merkezlerde nüfus yoğunluğu oluşurken köyler boşalmıştır..

Dengesiz göçün temelinde birçok sebep bulunmaktadır.

Burada ben göçten söz etmeyeceğim onu daha önce belirtmiştim Ancak genelde ekonomik sebeplerle göç oluyor ki bu da sadece çalışmak için gerçekleştirilen bir göç oluyor.

Bir şehrin bize ekonomik getiri dışında bir cazibesi yoksa orası insani olan bir çok özellikten uzak şehir demektir. Çünkü sadece çalışmak için gidilen kentlerde yaşamıyor sadece barınıyor ve besleniyoruz. Bu yüzden yaşamı tadabilmek için tatilleri bekliyoruz. Barınma beslenme ile ilgili bir yaşam insansal yaşam olsaydı tatile de pikniğe de ihtiyacımız olmayacaktı. İçinde bulunduğumuz şehirler yaşamamızın temel koşullarını bize sunmuyor.

Ülkedeki sağlıksız kentleşmeye baktığımızda doğduğumuz yerler için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Doğduğumuz yeri anlamlı kılan caddelerinde sokaklarında atalarımızın da kendimizin de anılarını hatırlatan işaretlerin olmasıdır. Değilse doğduğumuz şehir bile bir anlam taşımayacaktır. O halde doğduğumuz ve doyduğumuz kentleri cazip kılan tarihsel hafızanın diri tutulması ve insanın doğadan koparılmamasıdır.

Burada bir şehrin insanları çeken yanına dikkat çekmek istiyorum. Yaşadığımız, çalıştığımız ve tatile gittiğimiz mekânlar arasındaki derin farkın çok ciddi bir insani problemden kaynaklandığını düşünüyorum. Burada seyahat etmek ya da mekan değiştirmekten sözetmiyorum. Seyahat etmek, belli bir dönemde hayatının rutininden kurtulmak adına mekan değiştirmek ayrı bir şeydir.

Ben sadece beslenmek ve barınmanın bir şehrin temel amacı olamayacağını söylemek istiyorum.

Akraba ziyareti yerine sahilleri ya da cazip kılınan merkezleri tercih etmenin temelinde içinde yaşadığımız mekânların bize vermediklerini alma hamlesi olduğunu düşünüyorum.

Mesela akraba ziyareti bir cazibe ekseninde yapılmaz veya iş seyahatleri bir cazibe temelinde gerçekleştirilmez. Burada kastettiğim şey beni doğasıyla tarihi ile çevresiyle çekebilen özelliklerdir.

Eğer yaşadığımız mekanlar noktasında sıkıntılarımız olmasaydı “tatil ideolojisinin” pompaladığı “sahile hücum” talebi bu kadar karşılık bulmazdı..

Mekân değiştirmek elbette insanın ruh sağlığı açısından çok önemlidir ama eğer mekânın hiçbir cazip özelliği yoksa elbette mekândan kaçışlar olacaktır. Bu yüzden tatile gitmek; denize, ormana, doğaya ve tarihe yolculuk etmek anlamına geliyor. Tatil bir tür hayatımızdaki boşlukları bir biçimde doldurma hamlesi olarak öne çıkıyor.

Estetik Bağ Ve Kent

İnsanların çoğu yaşadıkları kentle estetik bir bağ kuramıyor. Çünkü ortada estetik bir şey bulamıyorlar. Çoğu zaman bunu belki fark bile etmiyorlar. Ancak ilk fırsatta kendilerini daha cazip yerlere atmayı düşünüyorlar. Piknik yapma eyleminin özünde de bu yönelim var aslında.

Burada yaşadığımız şehrin insanları çekebilecek özelliklerinin olup olmadığını, yaşadığımız şehri ve çalıştığımız şehri cazip görüp görmediğimiz sorusunu sormak istiyorum.

Bize cazip gelen; yani herhangi bir amaç taşımaksızın herhangi bir maddi, fizyolojik amaç taşımaksızın bize cazip ve güzel gelen bir şehirde yaşayıp yaşamadığımızı sorgulamak istiyorum.

Bu talebe dönük olarak Türkiye'de belli merkezler cazibe merkezi olarak sunulmaktadır. İnsanlar yıl boyu bunaldıkları; herhangi bir güzellik görmedikleri kentlerden daha güzel daha doğa ile iç içe olmak için tatil kavramı altında dinlenmeyi düşünmektedirler. Bu yüzden belli cazibe merkezleri oluşturulmaktadır. Özellikle sahil kenarları birer cazibe merkezi haline getirilmektedir ki bu da ayrıca sorunlu bir yaklaşımdır.

Sahiller, betonlaşma bir yana, ne dinlenmek ne de huzur bulmak için uygun mekânlar değildir. Birkaç popstar ya da popüler kimselerin sahillerdeki lüx yaşamları “işte mutluluk bu” şeklinde magazin programlarında sunulmasındaki aldatıcılık sahil ve tatil ilişkisini anlamaktan uzaklaştırıcı bir işlev görmektedir. Sahiller villa ya da müstakil eviniz varsa caziptir; değilse tam bir cehennem azabıdır. Çünkü kalabalığın, sıcağın ve ekonomik vurgunun merkezidir sahiller.

Ancak son zamanlarda daha böyle tarihsel dokuya uygun yerlere ilgi artmış olsa da yazın yaylalara kışın sahillere inmek daha akıllıcadır. Her neyse.

Gelelim bu yaşamsal algıdan ve bu kısır yaşam pratiğinden nasıl kurtulacağımız sorusuna..

Türkiye'nin her yeri tarihsel ve doğal güzelliklerle doludur. Bu yüzden her şehir kendi tarihsel, kültürel ve doğal dokusuna uygun mekânlar üretebilmelidir.

Urfa'da Harran evleri her açıdan caziptir. O halde o bölgede Harran evlerinden oluşan yöresel özellikler taşıyan mekânlar bir cazibe oluşturacaktır. Şehrin içerisinde belli merkezleri ormanlaştırma hamlesi, şehrin içinde göletler ve trafiğe kapalı alanlar yaratılması da şehre bağlılığı artıracaktır.

Yazları çok sıcak olan kentlerde nehirler, göller ve ağaçlar ile şehrin nefes alması sağlandığında bir cazibe oluşacaktır.

Şehir güzelleştikçe her yer cazip hale gelecektir.

Yerinde Turizm, Yaşayarak Tatil

Mardin'den Kafro köyü örneğini vermek istiyorum. Mardin'de Süryanilerin bir köyü var. Köy ahalisi bir dönem terör sebebiyle Avrupa’ya göç ediyor; sonra sanırım 2011-2012 yılında geri dönüyorlar. Köylerini yeniden kuruyorlar.

Şu an Mardin Midyata onların yaptıkları evleri ziyaret etmeye gelen turist kafileleri oluyor. Bu evlerin fotoğraflarını çekiyorlar Birçoğu bu evleri tarihi eser zannediyor. Yani dikkat edin sıradan bir köy bile bir cazibe merkezi olabiliyor.

O yüzden kendi şehirlerimizi berbat edip Ege'de ya da Akdeniz'de tatil yapmayı düşünmeyi bırakmak zorundayız.

Sonuç olarak Türkiye'nin her yerinde cazibe kaynağı olacak özellikler vardır. Bu özelliklerin tespit edilip açığa çıkarılması ve yaşanan mekânın beslenme ve barınma dışında yaşamaktan zevk alınan mekânlara dönüştürülmesi gerekmektedir.

YORUM EKLE