MAĞDURİYET BİTTİ, MEŞGULİYET DOĞALDIR..

Bir konuda mağdur olan kişiler doğal olarak kişisel gündemine söz konusu mağduriyeti alırlar...

Uğradıkları haksızlıktan, yani mağduriyetten kurtuluncaya kadar dertlerinin ilk sırasını hep o mesele alır..

Psikolojik bir travma yaşanmasına sebep olan mağduriyet giderilmeden yemek-içmek tat vermez, "altın maşrapadan şerbet" olsa "zehir" içmişcesine içi yakar..

Tıpkı geçmiş yıllarda dini anlamdaki kişisel hakları gasp edilen kadınları gibi..

Ben öyle bir "Kadın Kolları Başkanı" tanıdım ki, "garantili milletvekilliği" teklifini "başımı açmak istemiyorum" diyerek geri çevirdi...

Çünkü, O hanımefendi, yıllarca "başörtüsü" nedeniyle mağdur edilmiş ve bu mağduriyetin neden olduğu psikolojik dertlerle yıllar boyu acı çekmişti..

Sonra, gün oldu ve devran döndü...

Mağduriyetler bitti..

Başörtüsü diye bir sorun kalmadı..

Doğal ruhsal yapı gereği, biten mağduriyetin yeri boş kaldı ve meşguliyete ihtiyaç duyuldu...

Çünkü,

Mağduriyet bitince meşguliyet başlar..

Artık kendilerini iten-kakan, öteleyen, ötekileştiren, hor gören karşıt güç olmayınca yeni hedeflere yönelen ruhsal yapı bir başka şey bulup bu boşluğu doldurmalıydı..

Toplum mühendisleri de bu boşluğu doldurmakla görevli birer memur olarak görevlerini yapmaya devam ediyor...

Bir meşguliyet bulunmalı ve o mağdurların ruhunda oluşan boşluk doldurulmalıydı.. zira bu sağlanmazsa toplumun büyük bölümünü kapsayan bir travma yaşanabilecekti...

Bu üç-beş kişilik sorun değildi, milyonlarca hanımefendiyi birebir, onların yakın çevresini de ikinci derecede etkileyen bir dertti..

Yaklaşık elli-altmış yıl boyunca hergün biraz daha büyüyerek neredeyse kangrene dönüşmüş "başörtüsü" gibi bir dert bir anda bitmişti..

Tıpkı kangren olmuş bir kol veya bacağın kesilmesi gibi bir olaydan bahsediyorum..

O kesilen uzvun eksikliğine alışmak için koltuk değneği misali yeni birşeyler üretilmesi gerekir..

İşte onun içindir ki, İstanbul Sözleşmesi gibi bir "mağduriyet aşısı" üretildi...

Bu aşıyı vurarak uyuşturdukları o eski başörtüsü mağdurları şimdi yeni mağduriyetlerle dizginleniyor...

Yurdun dörtbir yanında tarih boyunca hergün yaşanan kadın merkezli olaylar abartılmış sözlerle süslü, büyük puntolarla yazılan manşetlere taşındı..

Ve nüfusa göre stabil veya rutin sayılacak sayıdaki olaylar karabasan haberlerine dönüştürüldü..

(Muhtemelen bu son iki cümlem bile abartılarak tartışma gündemine konulacak..)

Kadınlar "her zaman" ölümle karşı karşıyaymış gibi psikolojiye yönlendirildi, artık görmedikleri ama var olduğunu sandıkları "erkek" isimli bir sanal düşmanın mağduru olduğunu sanan kadınların yeni meşguliyeti türemiş oldu...

"Erkek egemenliğiyle savaş"..

Bu öyle bir savaş ki, başörtüsü savaşında kendileriyle beraber ölümüne savaşan erkekleri bile kapsayan savaş...

Bu savaş öyle bir savaş ki, akıl sahibi olan herkesin utanması gereken bir savaş!

Toplum mühendisleri tarafından (ustaca uygulanan medya destekli bir projeyle) bu savaşın liderliğine oturtulan hanımefendiler üç-beş yıl öncesini bile unutacak kadar mağdur olma korkusuyla bezenmiş..

Halbuki bu uykudan bir uyansa, bu hipnozdan bir kurtulsa hepsi de görecekler ki, hayatın her alanında birer birer zaptettikleri koltuklarda oturanlar o eski kendileri değil...

Hani Müslüm Gürses'in meşhur bir şarkısı var ya tam onlara sesleniyor..

"Bir yerden tanıyor gibiyim sizi.."

İçimde yankılanan bu dizeleri işte o hanımefendilere hediyem ederken bu şarkının dinleyecekleri son arabesk olmasını tavsiye ediyorum.

Dertlerle bezenmiş bazı arabesk şarkılar isyana götürür..

YORUM EKLE