KURTARICILIĞIN SEFALETİ

Haksızlıkla mücadele etmenin yolunu tıkayanlar çoğu kere örgütler, partiler ve sosyal organizasyonlar olmaktadır. En kötüsü de sağlam bir mücadele zeminini yok etme potansiyeli taşımalarıdır. Çoğunun doğru düzgün bir hayat algısı, doğru düzgün bir dünya görüşü yoktur. Temelde insani bazı hassasiyetleri öne çıkaran tepkisel reflekslere yaslanan ancak hayatta karşılığı olan herhangi bir çözüm önerisi de sunmayan yapılardır. Duygusallığa hitap eden ayakları yere basmayan devrim, mutlak eşitlik, herkese refah, Tanrı egemenliği gibi mega söylemler bir tür uyuşturma işlevi görmektedir. Gerçekleşmesi ne kadar zor ve hedef ne kadar ütopik ise örgüt mensupları o kadar rahat ve konforlu olmaktadır.

Duygusal refleksler çoğu kere haz ve yoksunluk duygusundan beslenir ki bu bile başlı başına bir problemdir. Haz ve fayda ekseninde ortaya koyacağınız hiçbir çabanın insanlığa sunacağı evrensel bir değer yoktur.

Adler’in dediği gibi“Haz duygusu egemenlik duygusundan meydana gelir. Memnuniyetsizlik duygusu ise, ereksizlik duygusunun bir eseridir” (Sosyal Duygunun Gelişiminde Bireysel Psikoloji Dr. Alfred Adler Türkçesi Dr. Halis Özgü, s. 4-5 İstanbul, 2002, s.5)

Öne çıkan büyük idealler bir tür kendini kandırma ve tatmin etme işlevi görür. Acizlik ve güçsüzlüğünü unutturarak kişinin asli sorunlardan uzaklaşmasını getirir.

Bu yönelimle ortaya çıkan kimi sosyal organizasyonların çoğunun sorun çözmekten çok sorun olmasının sebebi budur. Bir kısmı sosyal problemlerden beslenip belli mevziler ele geçirme dışında amaç taşımayan karanlık odaklar tarafından organize edilen guruplar da zaten var olan egemen sistemin devam etmesine katkı sunmaktan öte işlev görmez. Çünkü varlıkları sorunların çözümü değil çözümsüzlüğüne bağlıdır.

Bu yüzden bu kurtarıcıların (!) öne çıkması aslında hem içinde yaşanan toplum hem de insanlık için çok büyük tehlikedir.. Eğer bu kurtarıcılar olmasaydı toplumun birçok sorunu çok kolay çözülebilirdi.

Bunların söyledikleri hiçbir şeyin altı dolu değildir. Hayata dönük hiçbir projeleri yoktur. Ne ekonomi ne kadın hakları, ne şiddet, ne cinsiyet ayrımlarına dair somut bir önerileri yoktur. Bu yüzden sorunların çözülmesinden çok çözülmemesine hizmet eden, sadece kaos ve güvensizliği artıran, insanları birbirine kırdırmaya hizmet etmekten başka işlev taşımayan yapılardır.

Çoğunun ipinin de dünyayı yöneten egemen sistemin yöneticilerinin elinde olduğunu dünyanın her köşesinde barışın değil savaşın ve ölümün egemen olmasından anlayabiliriz. Nerede barış ve huzur varsa orada bunlar “kurtarıcı” olarak boy göstermektedir. Egemenlerin dost olduğuna dost, egemenlerin düşman olduğuna düşman olanların “muhalif ” “devrimci”, “inkılâpçı” olmaları mümkün değildir. Besleme bilerek ya da bilmeyerek daima besleyenin çıkarını koruyacaktır.

Bu yüzden aslında mücadele edilmesi gereken dünyaya egemen sömürü sisteminin uzantıları olan “sureta muhalif” bu yapılardır.

Mücadele zemini bize gösterilen hedeflerden daha öte ve daha geniştir. Kendi benliğimizdeki haksızlıklara meyleden yönümüze dönük başkaldırı çalıştığımız kurumda, sokakta, otobüste, trende bulunan münkerle, yanlışlıkla, haksızlıkla mücadele ile devam ederek yaşamın bütün alanlarına yayılmak zorundadır.

İktidar sadece hükümetten ibaret değildir. Para, kaba güç, dinsel ve ideolojik yaklaşımların da bir iktidarı vardır. Her güç ve iktidarın insani zaaflara hizmet etme ve öteki üzerinde tahakküm kurma potansiyeli taşımaktadır.

Bu yüzden hayatın her alanında insan üzerinde tahakküm kurmaya, insanı değersizleştirip ötekileştirmeye hizmet eden bu iktidar sahipleri ile mücadele edilmelidir.

Zulüm uzakta değil, yanı başımızdadır. Sömürü, münker sadece Amerika’da, İsrail’de falan ya da filan hükümette değildir. Sokakta, dernekte, parti binasında, cemaat içindedir. Bunlardan habersiz adamların konferanslar, seminerler “kahrolsun Amerikalar” “kahrolsun Avrupalar” “emperyalizmler” vesaire gibi süblimasyonlarla kendilerini bir yalancı dünyaya hapsetmeleri tam anlamıyla bir trajedidir.

Mega söylemlerden en fazla gençler etkilenmektedir. Bu yüzden gençlere haksızlıkla mücadele etmenin doğru zeminini göstermek gereklidir.

Geçmişe baktığımızda bu ülkede genç nüfusun ne tür kirli işlere alet edildiğini ve heba edilip yok edildiğini görebiliriz. O yüzden doğru bir mücadele biçiminin özünde bilgi, sağlam bir dünya görüşü, ahlaki duyarlılık, farklı olana saygı ve ötekini anlamaya çalışmak olmalıdır.

Bizden olanlar insani ortak değere sahip olanlardır .. Bilgiye, adalete ve hakkaniyete sahip çıkanlar aynı davanın yolcularıdır.

Prof. Dr. Bülent Sönmez

YORUM EKLE