KAR YANIĞI

Bir odada sekiz kişi yatıyoruz. Aylardan ocak. Dışarıda bir metre kar var. Büyükler uyanmış, namaza hazırlık yapıyorlar. Kar kapıları sıkıştırdığı için ittirerek açıyorlar. Soba sönmüş, içerisi buz gibi. Ben yorganı kafama çekmiş, açlıktan guruldayan karnımı ovuyorum. En küçüğümüz beşikte. Ağlayınca annem uyandı, sallamaya başladı. Başımı yorganın altından çıkardım, acıktığımı söyledim. Annem kızdı. Bir kez daha söyleyince, “Döverim,” dedi. “Zıbar uyu.” Açlıktan uyuyamıyorum. Aklımdan çıkmıyor yemek. Teyzem bizi duymuş olacak ki, “Çorba koyacağım. Kızma çocuğa,” diye çıkıştı. Burnuma mis gibi mercimek koktu. Ekmek doğradığımı hayal ettim. Bu arada elim karnımda, çorba kokusunu çekiyorum içime!

Teyzemden sonra ben de kalktım. Teyzem ocağı yakmış, çorbayı koymuştu. Bir kazan çorba... Arka odada ekmek sulamaya gitmişti. Kar devam ediyordu. Yan odadan beşiğin tak, tuk, tak, tuk, sesleri geliyordu. Üşüyorum. Isınmak için ocağa sokuldum. Buğday ve pamuk saplarını dürttüm iyicene. Ateş alevlendi. Teyzem arka odadan bağırdı, "Ateşe karışma. Uzak dur ateşten.” Küçük teyzem, kucağında kardeşimle içeri girdi. Kapı açılınca kar koktu. Soğuk ve temiz. Göğsüm yanarken içim üşüdü. Kardeşim uyumayınca beşikten çıkarmış getirmiş. Anneme “Sen uyu,” demiş. Karşılıklı ocağın iki tarafına kurulduk. Ocağa dönük yüzümüz ateş, arkamız buz gibi. Ateş sönmesin diye arada bir sap dürtüyorum. Anında tutuşuyor saplar. Tutuşunca içerisi aydınlanıyor. Pencereden gri bir aydınlık sızıyor içeriye. Arka odadan büyük teyzem yine bağırıyor: “Ateşe karışma dedim sana.” Ateş alev aldıkça bağırıyor. Eğilip teyzemin kucağındaki kardeşimi öpecektim ki “Rıza yanıyorsun,” diye bir ses çınladı kulağımda. O kadar bağırmış ki büyük teyzem arka odadan fırlamış gelmiş. Üzerimdeki naylon fistan çıra gibi yanıyor. Kaçıp karın üstünde debelenmek yerine, arka tarafa, ahıra koştum. Teyzem yakaladı, fistanı parçaladı, söktü attı üstümden. Naylon kumaşın parçaları teyzemin ellerine, benim de bacaklarıma yapışmıştı. Yanmış et kokusu geliyordu burnuma. Çığlıklarım evi inletiyordu. Herkes ayaktaydı. Ağlayanlar, bağıranlar, akıl verenler, küfredenler... Kimse ne yapacağını bilmiyordu. Oda insan dolmuştu. Çoğunu tanımıyordum. Nereden geldiler? Ne zaman geldiler hiçbir fikrim yoktu.


Teyzemin ellerine, benim de yanan yerlerime yoğurt döktüler. Arkasından yumurta sürdüler. Kim ne derse yapıyorlardı. Yollar kapalı. Araba olsa bile şehre inme imkânı yok.  Müthiş canım yanıyor. Hava aydınlanmıştı. Çığlıklarım dinmemişti. Salamura yaprak koyun demişler. Tuzlu tuzlu… Çığlıklarıma dayanamayınca geri almışlar. Tabi et parçalarıyla birlikte.


Bir yolunu bulup şehre, hastaneye götürdüler. Hastaneye girişi, yatışımı, doktorların müdahalesini hatırlamıyorum. Sadece demlikteki çayını, bayat somununu ve zeytinini hatırlıyorum. Başka da bir şeyini hatırlamıyorum. Doktor, ilaç ve hemşirelerle ilgili hiçbir şey yok aklımda. Bir de canımın nasıl yandığını ve annemin içli içli ağlaması geliyor gözümün önüne. Bayatlamış somunu, alüminyum demlikte kaynatılan çayla yerken, zeytini üç ısırıkla bitiriyorum.


Sekiz ay salıncakta yattım. Pansumanları eve gelen Cercis amca yaptı. Biraz iyileşince koltuk değneği aldılar. Ancak yürüyemedim bu çatallarla. Fırlatıp attım. Yürümesem sakat kalırmışım. Ayağa kalkıyor, ancak adım atmakta zorlanıyorum. Cercis amca her gelişinde pansumandan önce ayaklarımı kaldırıyor, dizlerimden bükerek tekrardan uzatıyor. Aynı hareketi birkaç kez tekrarlıyor. Üç tekerlekli bisiklet aldılar daha sonra. Bir müddet sürdüm bisikleti. Küçük, yeşil bir bisikletti. Bana alınan ilk oyuncaktı aynı zamanda. O güne kadar hiç oyuncağım olmamıştı. Hafızamda yer eden en önemli şeylerden biri de yüz beş yaşında öldü dedikleri dedemin annesi. Yani babamın ninesi… Bir köşede oturmuş ağlıyor resmi hiç çıkmıyor aklımdan. “Oğlumu sakat ettiniz,” deyip ağlıyordu zavallı. İyileştiğimi görmeden öldü. Her bayram kabrini ziyaret eder, dua ederim. Yarıya kadar gömülmüş eğik bir taşa adını yazmışlar. Yürüdüğümü, hatta top oynadığımı keşke görseydi.

Neyse, gidince söylerim artık.

YORUM EKLE