İPTAL EDİLEN PAYLAŞIM...

Meraba...

Bugün bir kitapta Adorno'nun teslimiyet anlayışına dair bir şeyler okudum. "Gerçekten teslim olanın sahiden umutlu olması söz konusu değildir" gibi bir şeyler diyordu.

Şimdi kitap cümlelerini sağda indirip yoluma kendi cümlelerimle devam edicem. Çünkü burası Adorno'nun sayfası değil benim sayfam.

Düşündüm de biz bu teslimiyeti kabulleniş ve itaat olarak da algılayabiliriz. Gerçi açmaya kalksak bir sürü anlamda dal budak verir ama biz bu kısmından yürüyelim. Bu yaştan sonra nerden yürüyeceğimizi de soracak değiliz herhalde..

Bu var ya, bize çocukluktan itibaren empoze edilen bir şey aslında. Aza tamah et, suyu bulandırma, sorun çıkarma, asi olma... bla bla bla ...

Siyasal olarak da teslimiyet beklenir, inanç olarak da, kıçı kırık gündelik yaşamda da ...

Alttan almak öğretilir bize, kabulleniş ve baskın bir itaat öğretilir. Öğretenler öğrettiğinin farkında değildir üstelik.

Düşünün yani;

Evde anaya-babaya itaat etmelisin; karşı çıktığın, sesini yükselttiğin her şey saygısızlık, hayırsızlık, günah olarak kabul edilir.. Okulda öğretmene itaat edersin, öğretmen de müdürüne eder...

Gerekli mi gereksiz mi bakmadan kurallara itaat edersin, en azından itaat etmen beklenir, etmezsen etiketi yersin. (Bunu bilhassa ahlak kurallarını baz alarak söylüyorum.)

Evlenirsin kocana itaat edersin. (bunu da güzel ülkemdeki kadınlar için söylüyorum, çünkü malum erkeklerin kocası yok.)

Çalışırsın, iş verenine itaat edersin ve hak arasan işinden olursun...

Falan, filan.

Yani her koşulda itaat edersin ve her koşulda itaat etmezsen bedel ödersin. Bu böyle.

Peki şimdi adam ne diyor? “Teslimiyetin olduğu yerde gerçek bir umut olmaz” diyor di mi?

Umut nedir?

"Daha iyi için aktif bir arzu duyma hali” değil midir? “Arzu duyduğun şey için eyleme geçmezsen daha iyi, sana gökten elma olarak düşecek” değildi mi?

Peki, insan umut etmeden yaşayabilir mi? Hayatın anlamsızlığı içinde kendini kandırma hali mecburi umuda dayanmaz mı? Yaşamak için bir şeylere tutunmak zorunda değil misin?

Demek ki teslimiyet varsa umut yoktur, umut yoksa yaşamak da yoktur.

Buraya kadar çıkan sonuç nedir? İtaat eden, kabullenen, teslim olan kimse hiçbir şeyi değiştiremez!

Bir şeylerin değişmesini isteyenin önce baş kaldırması gerek o halde.

Witgenstein ne demiş biliyor musunuz? Demiş ki: “mahrem bir dil diye bir şey yoktur. Kafanızın içinde başkaları tarafından farkedilmeyen düşünce var sayılamaz.”

O zaman kafamızın içindeki düşünceleri sese dökmemiz lazım. Ses çıkaralım yani, önce ses çıkaralım. Bir seyler değişsin artık. Valla yaşayamıyorum ya. İçimde önüne geçemediğim bir mağara kadını olma isteği var. E, biliyorum sıkılcam da yalnız. Ama böyle de olmuyor...

Değişmeli bir şeyler, benim yaşamam lazım. Yaşayayım ki bir Adorno daha yeşersin. Gerçi söylemiyle eylemi birbirini tutmayan hıyarın tekiydi ama olsun.

...

Bi dakka ya, şimdi aklıma da ne geldi. Ben ses çıkaralım falan diyorum ama gelişmiş beyinler için diyorum. Şimdi her önüne gelen ses çıkarırsa da ben kanser olurum.

Vazgeçtim ya. Herkes ses çıkarmasın. Hatta kimse çıkarmasın en iyisi.

Bu paylaşım iptal arkadaşlar. Bu paylaşım gözlerimin önünde kendi içinde kendini imha etti...

Off ya, Adorno'yu dinlediğim için böyle oldu. İsmail YK dinleseydim kesinlikle böyle olmazdı.

Hamdiye Kazdal Delihasan

YORUM EKLE