HALİMİZİN MEALİ...

Bilgindiği gibi Cumhuriyetimizin kuruluşunun hemen ardından çeşitli devrimler yaparak Türkiye’de yüzyıllar boyu uygulanan Padişahlık sistemini kökten değiştirme adımları atan Ulu Önder Atatürk, yaşanan savaş ve krizlerin etkisinden kurtulmak üzere çeşitli ekonomik hamleler yaptı. Günün şartlarında önemli olan tüm alanlarda örnek ve öncü kuruluşlar kurarak toplu kalkınmaya zemin hazırlayan Atatürk’ün hastalanması ve ölümünün ardından yönetimi devralan kişiler ise bu kuruluşların hedefine varması için gereken destekleri sunmakta yetersiz kaldı. Çünkü demokrasi politikasıyla idare ediliyor gibi görülse de “tek adam” siyasetiyle her şeyi ve tüm yetkiyi Atatürk’e teslim etmiş, bundan dolayı da resmiyette yetkisi olduğu halde sorumluluklarını yeterince üstlenmeyen bir üst düzey yönetimle başbaşa kalmıştık.


“Nasılsa Atatürk var, o varken bize söz düşmez” anlayışındaki bu idareciler Atatürk’ün ölümüyle (adeta) sudan çıkmış balığa dönmüştü. Biri birlerini yeterince anlamayan, Atatürk’ün elindeki güç ve yetkileri paylaşma noktasında anlaşamayan, ortak akılda buluşmayı beceremeyen bu yöneticiler kitlesinin siyasi ve politik çekişmeleri Atatürk’ün kurduğu tüm oluşumları olumsuz etkiledi. Merhum Cmhurbaşkanı İsmet İnönü’nün “Milli Şef” unvanıyla uyguladığı yönetim anlayışı da Atatürk’ün uygulamalarına oranla daha sert olunca bu iç çekişmelerin hararetlenmesine sebep olmuştu. Bu da 1945 yılında ikinci bir partinin kurulmasına yani çok partili döneme girilmesine sebep olmuştu. Ardıardına kurulan partiler ve bunların çekişmeleri darbele ve mutıralara, darbe ve muhtıralar ise hayatın her alanında gerilemeye neden olmuştu…

Yönetimi ele geçiren seçilmişler de, darbeciler de kendince her seferinde yeni bir adım atarak devamlılıktan, kararlılıktan ve uygulanabilirlikten uzak bir sisteme sebep olmuşlardı. 12 Eylül’ün darbecisi Kenan Evren’in de öncekiler gibi “tek adam” anlayışına dayalı uygulamalarına içten içe tepki veren halkın iktidara getirdiği Anavatan Partisi’nin lideri Turgut Özal’ın liberal ekonomiye geçiş adımlarıyla geçmiş dönemlerde bir türlü sakinleşmeyen iç politikada durumaya ve doğal olarak düşünmeye vesile oldu. Böylece politikacıların etkisi azaldı, akademik düşünen kişi profiliyle ülkemizde yeni bir profil oluşmuş oldu. Ancak malumunuz Özal da uzun yaşayamadı ve Özal’a dayanarak rehavete giren idareciler de Atatürk’ün ölümüyle bocalama yaşayanlar gibi biri birine girdi; yeni partiler kuruldu, partiler içinde hizipler oluştu ve 1940’lı yıllardaki manzaranın benzeri yaşandı. Ancak bu defa öncekinden daha farklı olarak daha çok akademik düşünen bir toplum vardı. Bu yeni nesil bir yandan sık sık tekrarlanan seçimlerde istikararı aramaya, diğer yandan rekabetçi ekonomi modeline dayanarak üretime bir yandan da lider arayaışına yöneldi…

AK Parti’nin doğum sebebi olan bu arayış Recep Tayyip Erdoğan’lı dönemleri doğurdu… Daha ilk seçimde ezici bir çoğunlukla iktidara gelen Erdoğan’ın Atatürk ve Özal’da olmayan birçok avantajı vardı; üreten, düşünen, arayışta, yeniliğe açık bir toplumun verdiği yetkiler Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiç kimseye nasip olmadı, (kısa vadede) olacak gibi de görülmüyor. Nitekim bu devasa desteği arkasına alan Erdoğan da 2010 yılına kadar attığı adımlarla beklenen gelişim rüzgarını oluşturmayı başardı, artık sorunlarını çözmeye başlayan, hızla üreten ve gelişen bir Türkiye oluşmaya başlamıştı.

Fakat ne acıdır ki, tıpkı Atatürk ve Özal’a tam dayanan yöneticler gibi günümüz yöneticileri de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sırtını kayıtsız-şartsız dayayarak olmaması gerekeni yinelediler. Bir yandan hızla değişen dünyada lider ülke konumuna girmeyi hedefleyen diğer yandan içerdeki kangrenleşmiş sorunlarını gidermeye çalışan ülke olarak herşeyin (planlamadan uygulamaya) Sayın Erdoğan’a teslim edilmiş olması ilk bakışta güzel görülse de maalesef olumsuz etkileri de beraberinde getirmeye yetti. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yüklerini de omuzuna alan Sayın Erdoğan’ın danışmanlardan aldığı destek görüş alış-verişinde yeterli ancak kararların uygulanması noktasında yetersiz kalıyor.

Yani, halimizin meali bu! Uygulamanın yükünü üstlenmesi gerekenler akademik düşünenlerin desteğini önemsemediği için yeterli başarıyı sağlayamadı ve maalesef pandemi ve uluslarrası rekabetin etkisinden doğarak 20 Aralık’ta patlak veren ekonomik krizin atlatılmasında yetersiz kalıyor. Konumuz kimin iyi, kimin kötü, kimin başarılı veya başarısız olduğuyla alakalı değil. Buraya kadar yaşanan gelişmleri özetleyerek ekonomik tablomuzun yaşadığı iniş-çıkışların temel sebebini hatırlatmak istiyorum. İletişim çağında yaşıyoruz bu nedenle sorumluluk sahibi olan herkesin sosyal medyanın da katkısıyla hayatın her alanında bireysel gelişimini sürdüren bir toplum karşısında olduğunu fark etmesi gerektiğini söylüyorum. Bu yazının bir eleştiri olarak algılanmasını umıt ediyorum ancak muhalefet veya iktidar destekçisi gibi değil Türkiye’yi düşününen birer fert bakışıyla değerlendirilmesini bekliyorum.

Mehmet Emin Danış

YORUM EKLE