GÜNÜMÜZDE AHLAK ANLAYIŞI ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ

Mahatma Gandhi’nin yıllar önce dedigi gibi;

"Bizi yok edecekler şunlardır; ilkesiz siyaset, vicdanı sollayan eğlence, çalışmadan zenginlik, bilgili ama karaktersiz insanlar, ahlaktan yoksun bir iş dünyası, insan sevgisini alt plana itmiş bilim, özveriden yoksun bir din anlayışı."

Aslında bir insanın ahlak konusunda ahkam kesmesi kolay bir şeydeğildir.
 

Kendimi de ayrı tutmadan bir şeyler karalayacağım. Kendi kendime çok sordum, “sana mı düştü” diye. “Buna ne hakkım var” öyledeğil mi? Sonra kendim ne kadar ahlaklı ve düzgün bir insanım ki? Herkesin olduğu gibi benim de bir sürü kusurlarım yok mu? Fakat belli bir kişiyi hedef almadan toplumsal konularda bazı gözlemler yapabilirim sanıyorum.

Bazı acı gözlemler.

Bana göre iki tür ahlak var;

Din kaynaklı ahlak

Seküler ahlak. Bu ikincisine daha çok etik deniyor, dinden kaynaklanmayan ahlak anlamında.

Ahlak felsefesi felsefe içinde çok önemli bir alan ve felsefecileri de çok meşgul etmiş.

Ahlakın din kaynaklı olduğunu kabul ederseniz ve hele hele belli bir dine ve onun belli bir yorumuna sıkı sıkıya bağlıysanız ahlak kurallarının ne olduğu konusunda çok fazla kafa karışıklığı yaşamazsınız. Yani nispeten yaşamazsınız. Fakat din ve inanç kaynaklı olmayan seküler bir ahlak, yani etik kurallarını inşa edecekseniz işiniz daha zordur. Çünkü ihtimaller ve seçenekler sınırlayıcı din kuralları tarafından kısıtlanmamıştır. Hele hele ahlaki kuralları bireyin kendisine bırakırsanız o noktada kendinizi Alis’in kaotik “harikalar dünyasında” bulursunuz. Bu kadar seçenek size heyecan da verebilir, sizi bunaltabilir de.

Ahlak ile hukuk arasında da çok yakın bir ilişki var. Kimse sizi izlemediği ve zorlamadığı zaman nasıl davranırsınız? Başkalarına zarar verir misiniz, verirseniz bunu hangi durumlarda yaparsınız, yoksa bunun bir sınırı yok mudur? Bunun bir sınırı yoksa bile "benim de kendime görebir ahlakım var", "kime göre ahlak" der misiniz?

Elbette ki, kendine kafasında en serbest alanı tanıyan insanların bile bazı sınırları var ve kendilerine göre bir ahlak anlayışları var.

Fakat, iki konuda sorun çıkıyor:

1. Bu çok serbest ahlak anlayışı başka insanların çok temel alanlarına büyük zararlar vermeye başlarsa,

2. Bu "kendine göre ahlak" ya da "din kaynaklı ahlak" anlayışları çok hızlı değişim ortamlarının ihtiyaçlarını karşılayamaz ve geçerliliğini yitirirse.

Bizim toplumumuzun son dönemlerde inanılmaz hızlı bir değişim ve dönüşüm içinde olduğunu herkes kabul edecektir. Bu konuda kimseyi suçlamıyorum; bir tespit yapıyorum ama batılı ülkelerin 300-500 yılda yaşadıklarını biz 20-30 yılda yaşıyoruz. Bu kadar hızlı bir değişimi bazı insanlar alkışlıyorlar ve bundan gurur duyuyorlar. Oysa bunun çok acı bir bedeli var o da çok büyük bir ahlaki çöküntüdür.  Bazıları ortada ahlaki bir çöküntü olmadığını, bütün bunların eskiden de olduğunu, sadece kitle iletişim araçları ile görünür ve şeffaf hale geldiklerini söylüyor olabilir. Belki de haklıdırlar. Fakat ben yine de bir çöküntü olduğunda ısrarlıyım. Çöküntünün nedeni de çok açık. İnsanların eski ahlaki değerleri bu çok hızlı dönüşüm sonucunda ortaya çıkmış yeni durumda işlemiyor ve yeni ihtiyaçlara cevap veremiyor. "Din kaynaklı ahlak" ile "benim de kendime göre bir ahlak anlayışım var" yaklaşımı yani her ikisi de bu travmayı yaşıyor. Her iki grup da ahlak anlayışını ve kendi çizgilerini yeniden tanımlamak zorunda ve bunu yeterince hızlı yapamıyorlar. O zaman da ellerinde hangi durumda ne yapacaklarını belirten bir kurallar dizisi kalmıyor ve o yüzden ahlaksız hale geliyorlar. İşte ahlaki çöküntünün nedeni budur. Hızlı ekonomik, teknolojik, sosyal gelişme, hızlı okullaşma, internet ile bilgiye ve başkalarına ulaşma, sürekli değişen regülasyonlar ile neredeyse her sabah farklı bir dünyaya uyanıyoruz ve neredeyse dün sahip olduğumuz kırmızı çizgiler ve ahlak kuraları bir bir sonraki gün anlamını ve işlevini yitiyor.

Bana göre din ve ahlak farklı şeylerdir. Çok iyi bir dindar ahlaksız olabileceği gibi en koyu bir ateist de çok ahlaklı olabilir. Bu yoğun karmaşa döneminde bunun o kadar çok örneği var ki. Yani din tek başına ahlaklı olmaya yetmiyor, seküler olmak da ahlaksızlık değildir. Hatta bugün ülkede ahlak bunalımı bütün kesimlerde olmakla birlikte seküler kesimde bunun şiddeti biraz daha azdır. Onlar zaten daha esnek ve bireysel bir ahlak anlayışı içinde daha önce bir miktar yoğrulmuşlardı. Dindarlar ise çok sıkı ve hayatının en ufak detayını bile belirleyen bir anlayıştan birden bire "kime göre ahlak", "benim de kendime göre bir ahlak anlayışım var" noktasına ışınlanıyorlar ve geçiş çok hızlı ve travmatik oluyor.

Bu kadar genel yazdıktan sonra siyasi birkaç cümle de yazayım.

Bu ülkede en büyük ahlaki çöküntüler sağ ve muhafazakar iktidarlar zamanında yaşanmıştır. Çünkü o dönemlerde hızlı ekonomik ve teknolojik gelişme kutsanmış ve ahlaki alanda bir sorun olmayacağı öngörülmüştür. Bütün güçlü sağ iktidarlarda toplumda ahlaki çöküş vardır. Sağ, muhafazakar, dindar kesim muhalefette olduklarında ellerindeki sınırlı imkânlar nedeniyle ahlaki çizgilerini koruyabilirken iktidara geldiklerinde gösterişli Cuma namazları, medyatik umreler devam etmiş ama ahlaki olarak içleri boşalmıştır. Seküler ve laik kesim Batının yaşadığı dönüşümleri muhafazakâr ve sağ kesimden çok daha önce ve daha uzun bir zaman diliminde yasadıkları için bu iniş-çıkışları daha az yaşıyorlar. Onların "kime göre ahlak", "benim de bana göre bir ahlak anlayış var" söylemleri daha içten ve gerçektir. İktidara gelen muhafazakâr, sağ kesimler gibi dini ibadetleri gösteriş haline getirip de arkasında büyük bir ahlaksızlığı gizlemiyorlar.

Ahlaksız derken kastım orasını burasını açanlardan bahsetmiyorum; şunu demek istiyorum:

Dışardan dayatılan kurallar olmadığında kendi içinde hiç kırmızı çizgisi, sınırı ve freni olmayan kişileri kastediyorum. Çoğu insan dindar olabilir ama bu anlamda giderek ahlak kurallarını gevşetiyorlar. Kendilerince fetva buluyorlar. Maalesef..

Bugün ülkede ahlaklı insan bulmak çok zorlaşmış durumda. Herhangi birisi zerre kadar bir menfaati varsa size dağ gibi zarar verebilir ve hiç vicdan azabı duymaz. Bütün bunlar muhafazakâr, sağ ve dindarların iktidarında gerçekleşiyor. Onların iktidarında ülke insani en ahlaksız dönemini yaşıyor. Çünkü din ile ahlak aynı şey değildir. Dindar olmak ahlaklı olmayı garanti etmez.

Maalesef,

Muhafazakâr, sağ, dindar kesimlerin iktidarın ve ekonomik gücün nimetlerine kavuşup ahlaksızlığın sınırlarını test ettikleri "kime göre ahlak", "benim de bana göre ahlak anlayışım var" noktasına füze hızıyla gittikleri bir noktadayız. Şükür, bu ülkede halen ahlaksıza “ahlaksız” diyebiliyoruz…

OSMAN DANIŞ

YORUM EKLE