GELENEKÇİ DİN: İKİCİLİK, ALLAH VE ELÇİSİ!

Allah, “Sakın O’ndan başkasının otoritesine boyun eğip de kendinize ikinci bir ilah edinmeyin!” buyurdu, “Çünkü sizin Rabbiniz, eşi ve ortağı olmayan bir tek ilâhtır! O hâlde başka hiç kimseden değil, yalnızca Benden korkun!” (Nahl/51)

İslam, Elçilik inancını Tevhid akidesi çerçevesinde ele alır. 

Elçiler Allah'ın ilahi mesajlarını topluma tebliğ etme ve dinin yerleşip yayılması için bizzat kendi hayatları üzerinden örnek olmakla görevlidir. Hayatı boyunca bu amaçla görevli olarak mücadele eden Elçinin görevi ölümüyle tamamlanır.
Elçi inancına yönelik dinlerde çeşitli farklı yaklaşımlar da mevcuttur. Yahudiler Üzeyir (A.S.) için, Hıristiyanlar İsa (A.S.) için aynı yanlış Elçi algısı sebebiyle ilahlaştırma sapkınlığına gitmişler ve Tanrı'yı beşerileştirmişlerdir.

İslam Dini kendisinden önceki Ehli kitabın Elçi algısında düştüğü hataları Muhammed (A.S.)’ın öngörüleri sayesinde başlangıçta önlemiştir.

Kendisi hayatta iken kendisine kutsiyet ve uluhiyet kazandırabilecek davranış, söz ve eylemleri engellemiştir.

Kendi sözlerinin yazılmasını yasaklayarak ileride oluşabilecek dindeki ikicilik tehlikesini engellemeye çalışmıştır.
Ama Ehli kitabın Nebi konusunda yaptığı hatalar ortada olduğu ve Muhammed (A.S.)’ın bu konuda ümmetine tavsiyeleri, aynı hatalara düşülmemesi için uyarıları ve Kur’an dışında rehber edinilmemesini söylemesine rağmen, İslam dünyası benzer hatalara yol açacak sapmalar yaşamıştır.
Bu tür sapmalara zamanla artan siyasi, etnik, mezhebi çatışmalarında etkisiyle hızla sürüklenmiştir. 

Kendi çıkarlarına alet etmek için yüzyıllar boyunca çeşitli çevreler, Muhammed (A.S.)’a isnad ettikleri bir sürü gerçek dışı hadis rivayetleri yoluyla O’nu beşer üstü özelliklere sahip bir konuma getirmişlerdir.

Mucizeleri olan, dinde hüküm, ibadet koyabilen, helal-haram yetkisi taşıyan, şefaat ederek sadece Allah’a ait dini yetkileri kullanabilen bir Elçi yaratılmıştır.

Çıkar odakları zamanla daha da ileri giderek Allah’ın yanında ilahi özellikleri paylaşan ve adeta O’na ortak olan bir Elçi icat etmişlerdir.

Allah Elçisine isnad edilen sözler vahiy statüsüne getirilerek dinde ikinci kaynak olarak kabul edilmiş ve uluhiyet kazandırılmış bir Elçi ortaya çıkarmışlardır.

Sadece Allah’a ait olan şefaat yetkisi Elçiye de verilmiştir. Geleneksel İslam anlayışında Muhammed (A.S.)’ın duasını ahirete bıraktığı söylentisi çok yaygındır.
Bu inanış insanları Kur’andan uzaklaştırıp maalesef adına ''Sünnet'' denilen ve Kur’an ile çelişen bir çok uygulamaya itmektedir.

Özellikle şu inanış çok yaygındır; "şunu yapmak Allah’ın emri değildir ama yaparsan Allah Resulü’nün hoşuna gider ve onun şefaatine nail olursun!"

Karşılığı Allah Resulü’nden beklenen bir şey, O’nun için yapılan bir ibadet hükmündedir. Ve bu Muhammed (A.S.)’ı İLAHLAŞTIRMAKTIR.

Hıristiyanlardaki bu yanlış Elçi tasavvurunun
ne yazık ki bazı müslümanların da inançlarına yansımış olduğu görülmektedir.

Müslümanlardan bazıları aslı astarı olmayan rivayetlere dayanarak (tıpkı Hıristiyanların, varlıkların ilk yaratılanı İsa (A.S.) olduğu ve her şey ondan yaratıldığını iddia ettikleri gibi) ilk yaratılan şeyin Hakîkat-i Muhammediyye olduğunu, her şeyin ondan ve onun adına yaratıldığını iddia etmişlerdir;

''Allah’tan başka hiçbir şey yokken ilk defa Hakikat-i Muhammediyye var olmuş, bütün yaratıklar bu hakikatten ve onun için yaratılmıştır.
Alemin var olma sebebi, maddesi ve gayesi bu hakikattir. Resul-i Ekrem’in ruhu ve nuru bütün insanlardan, Elçilerden, hatta meleklerden önce var olduğundan Resul-i Ekrem insanlığın manevi babasıdır. (…) ‘’Varlık şeklinde zâhir olan ilâhî tecellinin ilk mertebesidir'' Nur-u Muhammediye inancında;

“Muhammed’dir cemâl-i Hakk’a mir’ât (ayna), Muhammed’den göründü kendi bizzat” diyerek Allah Teâlâ’nın Muhammed (A.S.)'in bedeninden bizlere göründüğünü söylemişlerdir.

“Rasûlullâh Efendimizin nefsini Allah kendi Nefsinden yarattı. Nefs ancak bir şeyin zatıdır” diyerek, Rasülullah’ın (hâşâ) Allah olduğunu iddia etmiştir.

Bu tür ifadelerin temelinde, Vahdet-i Vücûd felsefesine dayalı Hakikat-ı Muhammediye/Nur-u Muhammed anlayışı vardır.

Müslümanların Nebimizi yüceltmek adına yaptıkları, maalesef Nebimizin bu konudaki endişelerinin haklı çıktığını göstermiştir.

Halbuki Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Muhammed sadece bir resûldür/elçidir. Ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir…” (Âl-i İmrân/144)

“… De ki: Ben beşer bir resûlden başka bir şey miyim?” (İsrâ/93)

“De ki: Ben de tıpkı sizin gibi bir beşerim. Bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu bildiriliyor. Artık kim Rabbine kavuş­mayı umuyorsa hemen iyi bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak etmesin.” (Kehf/110)

“Biz seni şahit, müjdeci, uyarıcı; Allah’ın izniyle O’na çağıran, etrafını aydınlatan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzâb/45–46)

“De ki: Ben resûllerin ilki değilim. Benim ve sizin başınıza gelecekleri bilmem. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkâf/9)

“De ki: Doğrusu ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim. De ki: Gerçekten (bana bir kötülük dilerse) Allah’a karşı beni kimse himaye edemez, O’ndan başka sığınacak kimse de bulamam. Benimkisi yalnız Allah’tan olanı, onun gön­derdiklerini tebliğdir o kadar.” (Cin/21–23)

“De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?” (En’âm/50)

“De ki: Ben kendim için bile Allah dilemedikçe hiçbir şeye kadir değilim: Ne fayda sağlayabilirim ne de gelecek bir zararı uzaklaştırabilirim. Şayet gaybı bilseydim elbette çok mal mülk elde ederdim ve bana hiç fenalık da dokunmazdı. Ama ben iman edecek kimseler için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeleyiciyim.” (A’râf/188)

İslam Nebi/Resul inancına oldukça önemli bir yer vermekle birlikte dini kesinlikle Nebi merkezli olarak algılamaz. 

Zira dinde merkez ancak Allah'ın her alanda mutlak birlik ve tekliğine dayalı Tevhid akidesidir.

Nebilerin varlığı da bu akidenin insanlara iletilmesine, öğretilmesine ve kişisel ve sosyal yaşamda bunun algılanmasına yönelik insanlara örneklik edilmesine dayalıdır.

Bu konuda İslam, Nebileri olmaları gerekenden fazla yüceltip ilahlaştıran, Allah inancının önüne geçiren dinlerden temelden ayrılır.

Adem (A.S.)'den Muhammed (A.S.)'e Nebiler ancak birer Nebidirler; daha fazlası değil.

Onlar bu amaçla Allah tarafından seçilip dereceleri yüceltilmiş birer önderdirler. Onları bu şekilde algılayıp kabul etmeli ve bunun dışında bir aşırılığa gidilmemelidir.

Ancak biz her konuda olduğu gibi Nebi/Resulün dindeki yeri, konumu ve görevlerini Kur'an'a dayanarak kabul ederiz;

"Bizim din anlayışımıza göre, Rasulullah Allah'ın kendisine vahyettiği ilahi emirleri tebliğ etmek ve bu emirleri hayatına uygulayarak örnek olmak ile görevlendirilmiştir."

"Bizim din anlayışımızda, din adına Kur'an dışında sözler söyleyip, bunların dinde Kur'andan sonra ikinci bir kaynak haline getirildiği ve hadis denilen sözleri olmadan Kur'an anlaşılmaz iddiası ile Kur'an'ı açıklanmaya muhtaç hale getiren bir Nebi/Resul anlayışı olamaz."

"Bizim din anlayışımızda, sadece Allah'a ait olan ilahi yetkilerin bir kısmını üstlenip; hüküm koyan, helal-haram belirleyen, şefaat eden v.b. bir Nebi/Resul kavramı yoktur."

"Bizim din anlayışımızda,  Kur'anda Allah'ın sınırlarını çizdiği ve görevlerini bildirdiği Elçi tanımına uygun olan Nebi/Resule inanmak, uymak ve  kendimize rehber edinmek vardır.."

Gelenekçi/Uydurulmuş/Atalar din anlayışına göre beşer üstü özellikler verilip ilahi vasıflar isnat edilerek adeta Allah'ın ortağı haline getirilen, her sözü vahiy olan Nebi/Resule değil,
Kur'anda bahsedilen, bizler gibi beşer özelliklere sahip, kendisine bile ne yapılacağını bilmediğini söyleyen ve diğer Elçiler gibi kıyamette Allah tarafından sorgulanacak olan Nebi/Resule inanıyoruz.

Rasullulah'a olan sevgimizi O'nu beşer üstü gösterip ilahlaştırmakla değil,
O'nu Kur'anda anlatılan yani Allah'ın bize tanıttığı şekilde tanıyıp, tanıtıp, yalnız Kur'an'ı kendisine rehber edinen örnek kişiliğini kendimize rol model olarak almakla gösterebiliriz.

Muhammed Nebimiz muhteşem ahlakıyla, örnek kişiliğiyle (üsve-i hasene), mü’minlere olan engin merhamet duygusuyla, adaletiyle, şefkatiyle… bir insan olarak hepimizden üstündür.

Bu üstünlük, çalışıp gayret gösterilmiş ve hak edilmiş bir üstünlüktür. İşte onun Allah tarafından bize örnek gösterilmesinin sebebi de budur.

Bunu bir kenara bırakarak onu beşer üstü bir varlık gibi görmek ve göstermek, sebebi ne olursa olsun ilk başta Rasûlullah’a haksızlıktır, onun örnekliğini yok etmektir.


Bu yüzden her Müslüman bütün davranışlarında olması gerektiği gibi bu konuda da dengeli ve dikkatli olmalı, Rasûlullâh’ı Allah’ın tanıttığı şekilde tanımalı ve her durumda onu örnek alarak yaşamaya çalışmalıdır.

YORUM EKLE