DUA VE TEVEKKÜL..

(Dua,  ALLAH’TAN faizsiz, ek bir kredi istemek için yapılmaz. Peşin verdiği “HAYAT" kredisini bizzat kullanıp/HAYATA geçirmek için yapılır. )
 

Şüphesiz ki!


 

Yüce ALLAH, her istediğini "OL!" diyerek bir anda yaratarak "VÂR" etmeye ve yaratığını da bir anda "YOK" etmeye muktedir olan sınırsız bir ilim, güç, kudret ve iradeye sahip "TAKDİR ve TEDBİR" alıcı ezeli-ebedi bir ve "TEK" Yaratıcı, RABBİMİZDİR.


 

Elbet!


 

ALLAH’A karşı "DUA ederken, olmasını istediğin "İŞİN" gerekli olan bütün "TEDBİRİNİ" alarak ve ONA tam bir "TEVEKKÜL" içinde (güven ve emin) bir şekilde teslim ettikten, sığınıp-dayanmaktan sonra TAKDİRİNİ de yine ONA bırakmak gerekir.

Çünkü!

Olan ve olması muhtemel her "İŞ VE OLUŞUN" da nitelik ve niceliği, fayda ve zararı yanıi hayırlı ya da şerli olup-olamayacağını asla bilmeden; aklımız kadar "TEDBİRİNİ" alsak da, "TAKDİRİNİN" nasıl olacağını, "BİZE" faydalı mı, yoksa zararlı mı olup-olamayacağını ancak sadece "ALLÂH" bilir.

Öyleyse!

Dua, ALLAH’TAN yapmasını istediğin "ŞEYİ", Ona "TEVEKKÜL" ederek (inanıp, güvenerek ve sığınarak, teslim olduktan sonra) sahip olduğun aklın, izanın ve vicdanın kadar (AHLÂK VE AMELİNLE) bizzat (kendin) yapmaktır. Çünkü ALLAH onu bilmek ve yapabilmenin de güç ve iradesini SANA peşin olarak vermiştir..

O halde!

Bir "ŞEYİ" yapmaya karar vermeden önce onu akıl, vicdan, irfanınız kadar önünü/sonunu iyi düşünün (ölçüp, biçin ve tartın) sonra ALLAH'A dönün ve TEVEKKÜL ederek, Ona yürekten inanarak/güvenerek teslim olmak üzere kalben ve samimi "DUANIZLA" lisan-ı halinizle beraber arzederek, gidin; Onu "TEDBİR VE İMKANINIZLA" yaparak "HAYATA" geçirin.

Yani!

İşin "TEDBİR ve TEVEKKÜLÜ" Sizden ve elbette ki "TAKDİRİ" de ancak ve ancak elbet ALLAH’TANDIR yani DUÂ, bu "ŞUURU" bilmek ve gereğini yapmaktır, sürekli bir şekilde "ELLERİNİ" açıp yüce ALLAH’TAN ek bir faizsiz/beleş "KREDİ" istemek değildir..

MUAMMA?

(Merhum Muhsin YAZIOĞLU’nun aziz ruhuna ithaftır.)

Zehrini içince; bal’ı belledim,

Alnıma saplanan zehirli ok’un..

Beynim çalkalandı, ben sendeledim,

Taşına takıldı “ayağım” şok’un..

Arif’ler içinde aklı yemledim,

Çile dehlizinde nefsi gemledim,

Basiret Yurdu’na kalbi demledim

Arşına atıldı “Burağım” Çok’un..

Nefsin hevası’nı yaktım şerrinden,

Kalbimin kirini söktüm yerinden

Muhabbet Yurdu’na baktım derinden,

Başına yıkıldı “bağım” doruk’un..

Bir ben kaldım ”BİR’E” bir de hevesim,

Ruhumun üstünde tüttü nefesim;

Can çıktı canımdan, kısıldı sesim,

Aşına döküldü “afağım” tok’un.

Hak vaki olunca, tükendi ahım,

Vuslata yükseldi ruh-u agahım;

Kar kefen oldu; çöktü dergahım,

Naşına çakıldı “durağım” yok’un..

Uzandım ümitle “Hakka” yöneldim;

Rahmet pınarından nur’u dilendim,

Ruhumun üstüne serdim inledim,

Kışına yakıldı “varlığım” HAKK’IN..

(İHB 24 Ocak 2004 - 09 Nisan 2009 / Adıyaman)

ALLÂH VE TEVHİT HİKMETİ?

Şüphesiz ki Allah, "TEK" ve birdir! Her birisi çok değişik farklı anlamda ilim (irade, güç ve eylemler) ihtiva eden sonsuz isim ve sıfatlarıyla beraber ONUN asla bir eşi, benzeri ve ortağı yoktur..

Ancak ALLÂH'IN, bu "TEK" ve bir olmasına karşı (Kendi ilm-i iradesinin bir HİKMETI olarak) KÂİNATTA yaratmış olduğu bütün canlı ve cansız varlıklar çoklu, türlü ve çeşitli olmalarına rağmen aynı türden olanlar bile asla birbirlerinin aynısı ve tıpkısı değildir, ki "BİRİ BİRLERİNE" benzemezler..

Meselâ;

1) Canlı varlıklar (İnsanlar, Hayvanlar ve Bitkiler) nerdeyse hepsi (et, kemik/iskelet, damar ve kaslardan) meydana geldiği halde ne ruhen ve ne de bedenen ve ne biri birleriyle, ne de kendi türleriyle asla benzeşmezler; Sahip oldukları duyu organları (deri, göz, kulak, burun ve dilleri) ile anatomik yapılarıyla (beden, baş, boyun, el, ayak ve iç organları bakımından) farklıdır..

Bu manada diyebiliriz ki, şimdiye kadar şu fâni dünyaya gelmiş/geçmiş milyonlarca (300 milyon) türün ve milyarlarca (yaklaşık 20 milyar) insanın içinde biri birinin aynısı olan ne bir İNSAN, ne bir HAYVAN (Aslan, Kurt, Kuzu, Yılan, Böcek, Balık) ve ne de bir BİTKİ (Meyve, Sebze, Ot, Çalı vb.) yoktur..

2) Bu biri birine benzemez farklılık elbette cansız varlıklarda da aynen var; Gezegenler birbirine benzemezler, milyarlarca yıldızların hiç birisi bir diğerine asla benzemezler, ki aynı "TEK" bir ilmi irade ve kaynaktan yaratılan bu MİLYARLARCA varlık hepsi “BİR”den ancak mahlukatiyla beraber KAİNATI yaratan ALEMLERİN RABBİ, sahibi VE müddebir-i olan Yüce ALLÂH'IN TEVHİDİNDE yani BİRLİĞİNDE birleşir ve birleşecektir..

Çünkü Yüce ALLÂH, elbet vardır, "TEK" ve birdir, ancak çokluğu, çesitliliği, FARKLILIĞI sever ki sonsuz ilm-i iradesinin HİKMETİYLE bu aynı türleri de biri birinden farklı, çoklu "BİÇİMLERİYLE" beraber yaratarak "TEVHİDİNE" bağlamış ve biz akıl ve izan sahibi İNSANLARIN DA nazarına sermiştir..

Elbette BİR'DEN biri birine benzemez TÜRLÜ "Çokluğu Ve FARKLILIĞI" yaratmak ve ÇOKLUĞU kendi "TEK" olan TEVHİT varlığında toplamak ancak ALLAH'A Mahsustur..

Şüphesiz ki bunda! "Bilenler için bir İBRET" vardır..

SON/SÖZ;

MÜLKÜN SAHİBİ ALLAHTIR! MAL VE MAKAMLARIYLA BERABER İKTİDAR VE MUHALEFET MENSUPLARI DA ALLAHA AİTTİR, O HALDE NEDİR BU GAFLET, BU ZULÜM, BU BİGANELİK; ALLAH’IN MÜLKÜ-U MEMALİKİNDEKİ BU HAKSIZLIK, BU HUKUKSUZLUK, ADALETSİZLİK?

Yani sonuçta mahkeme "KADI'YA" mülk değildir..

Elbet bugünün "İKTİDAR'I" yarının muhalefeti, yarının iktidarı da bugünün "MUHALEFET'İ" olabilir..

Ve unutulmamalı ki Kadı da "MAHKEME'YE bir mülk-ü memalik değil.. Yani bunu anlasak da; Kendimizi, Hakkımızı, Halkımızı ve Haddimizi bilsek..

YORUM EKLE