DÖNÜŞÜM; YA DA BENİM VİLLAMA NE OLDU?

80’li yıllara kadar kentlerde hepimiz villalarda yaşardık. Yani bugün trilyonlarla satılan evlerden daha estetik bahçeli, tek katlı, etrafı çevrili evlerimiz vardı. Bahçemizde yemek yer, misafirlerimizi ağırlardık. Adıyaman merkezde oturduğumuz evin bahçesinde bir tulumba bir koca Ceviz ağacı ve Dut ağacı vardı. Malazgirt’in göbeğinde dedemin evi üç ev büyüklüğünde içinde ağaçlar olan harika bir evdi.. (etrafı kuşatılsa da, hala öyledir) Hatta bu evin önünde Fransız mimarisi iki katlı nefis bir okul vardı.. Önce kaderine terkedildi; sonra yıkılıp yerine dört veya beş katlı beton polis lojmanı yapıldı.

Bulanık Merkezde yine dedemin bahçesinde –ihtiyaç oldukça kahvaltı için bal çıkarılan- arı kovanları, ekili mısırlar ve kocaman ağaçlar vardı.

Peki, ne oldu? Bir çok güzelim ev apartmana dönüştürüldü ve ne idüğü belli olmayan bir zümre vatandaşa apartman verip kendilerine özel yerden sıradan insanın yaşamayı hayal bile edemeyeceği villalar yaptı..

Evsizlerin senin villanı yıkarak kendilerine Villa sağlamasının adı Kentleşme ve Modernleşme oldu.

Üç beş çulsuzun siyasi erke yaslanarak ihtiraslarının ve açgözlülüklerinin bedeli geniş halk kitlesinin doğadan, tarihten, kültürden koparılması oldu. Elbette müteahhide evini veren vatandaşın modernite algısını ve bir koyup beş alma hırsını buna eklemek lazım. Herneyse..

Bunu da göç ve nüfus artışı ile izah etmeye kalktılar. Ancak bunun ne göçle ne nüfus artışı ile bir ilgisi var. Bir yaşama biçimini dayatan, paranın ve rantın herşeyin merkezinde olduğu bir dünya algısının en haşin saldırısı ile ilgisi var. Bu algı hem nüfusun belli merkezlere yığılmasını hem de sağlıksız yapılaşmayı getirdi.

**

Kemal Sunal’ın bir filminde bahçeli evde oturan sütçü bir ailenin öyküsü anlatılır. (Yüz Numaralı Adam 1978 yapımı) Modernleşme ve kentleşme sürecinde dikilen çok katlı apartmanlar yeni olanı, soyluluğu, özel olmayı, hatta en önemlisi Batılı olmayı ifade eder. Evin büyük oğlu daima annesine “seni saraylarda yaşatacağım ” şeklinde vaatlerde bulunur. Önüne çıkan fırsatlarla şöhret olan kahramanımızın ilk işi annesini onbeş katlı bir apartmana götürerek Onun hayran bakışlarının eşliğinde ” seni saraylarda yaşatacağım ” demiştim diye caka satar. Tek katlı, bahçesinde ineklerin olduğu güzelim ev geriliği, köylülüğü,cehaleti, alt-sınıf olmayı, gecekonduyu ifade etmektedir. Bu yüzden sevilecek bir yanı yoktur. Bu algı ülkede modernitenin erken dönemlerindeki kimi sanatsal etkinliklerde de dile getirilir. Adeta apartmanın kent yaşamının köyden kente göçün propagandası yapılır. Bu konuda Lüküs Hayat en meşhur örnektir.

Şişli’de bir apartıman

Yoksa eğer halin yaman

Nikel-kubik mobilyalar,

Duvarda yağlı boyalar

Lüküs hayat, lüküs hayat

Bak keyfine yan gel de yat

Ne güzel şey

Oh ne rahat

Yoktur eşin lüküs hayat

Evet lüküs hayat..yani havasız, beton yığını kentler, doğadan, tarihten sosyal ilişkilerden uzaklaşmış insan.. Çocukluğunda doya doya koşamamış, ağaçlara tırmanamamış bir nesil..

Şimdi de bize köy ve kır satmaya kalkıyorlar..Doğaya dönelim vesaire diyorlar.. Keşke samimi olsalar.

Prof. Dr. Bülent SÖNMEZ

YORUM EKLE