BELÂ VE MUSÎBETLERDEN DERS ÇIKARIYOR MUYUZ?

Şu unutulmasın ki, yer yüzünde veya kâinatın tümünde iyi veya kötü ne oluyorsa hepsi de Allah’ın ilmi dairesinde ve O’nun izniyle olmaktadır. Allah’ın bilgisi ve izin vermesi dışında hiçbir şey olmamaktadır. Kâinatı yaratan ve ona nizam veren Allah olduğuna göre, yarattığı şeyleri en ince noktalarına kadar en iyi şekilde bilecek olan da elbette O’dur. Aşağıdaki âyetler bunu en güzel anlatan âyetlerdendir.

“Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıklarındaki tek bir taneyi bile bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” (En’âm; 59)

Yukardaki âyetin bir benzeri de şu âyettir:

“İster kıtlık, kuraklık, deprem gibi yeryüzünde meydana gelen bir musîbet olsun, ister hastalık, açlık, ölüm gibi kendi canlarınızda, onu daha biz yaratmadan önce o bir kitapta yazılıdır. Şüphesiz bu, Allah’a göre pek kolaydır.”   Hadid/22. Ayet

Düşünün ki, herhangi bir şey îcad eden bir kimse onun kullanım kılavuzunu da hazırlamakta, o şeyi çalıştırırken nelere dikkat edilmesi gerektiğini de yazmaktadır. Yine arızalandıkları takdirde nelere dikkat edilmesi gerektiğini de belirtirler. Herhangi bir makinayı îcad eden kimse onun proğramını da yazarken her şeyi yoktan vâreden Allah yarattığı şeyin proğramını yapmamış mıdır?

Kâinat daha yaratılmadan ilerde olacak şeyleri lehvi mahfuza kaydeden Allah elbette başımıza gelecek olan iyi kötü ne varsa hepsini de bilmekte ve onların olmasına izin vermektedir. İsterseniz şu âyeti bir okuyalım:

“Başa gelen her musîbet, ancak Allah’ın izin vermesiyledir. Kim içten ve şuurlu olarak Allah’a iman ederse, Allah onun kalbini doğruya ve gerçeği idrake açar. Allah her şeyi hakkiyle bilir.” (Teğabün; 11)

Allah azze ve cell hiçbir şeyi sebepsiz yaratmaz. Her yarattığı şeyin (biz bilelim, bilmeyelim) mutlaka bir sebebi ve hikmeti vardır. Unutmayalım ki başımıza gelen her musibet kendi kusurlarımızdan ve günahlarımızdan dolayıdır. Bizler Allah’ın emir ve yasaklarına aldırış etmez, birçok noktada O’nun yasaklarına fütursuzca isyan edersek elbet O da bizi cezalandıracaktır. Şu âyet bunu en güzel şekilde beyân etmektedir:

“Başınıza gelen her musîbet, kendi ellerinizin kazandığı günahlar, ihmal ve kusurlar yüzündendir. Bununla beraber Allah, o günah ve kusurların pek çoğunu da affediyor.” (Şûrâ;  30)

Görüldüğü gibi bu âyet, başımıza gelen her musibetin “kendi ellerimizin kazandığı günahlar, ihmal ve kusurlar yüzünden” olduğunu beyan ediyor. Bu demek oluyor ki, kendi irâdemizle yaptığımız isyanlar, işlediğimiz günahlar yüzünden çeşitli şekillerde cezalandırılıyoruz.

Bir devlet düşünün ki, vatandaşları için bazı kurallar koymakta, vatandaşları o kurallara uymadıkları, hiçe saydıkları zaman onları değişik şekillerde cezalandırmaktadır. Kaldıki onları yaratan, yaşatan ve rızık veren de o değil. Peki insan ve cinleri yaratan, yaşatan ve onlara rızıklarını ayıran Allah onlar için çeşitli hükümler koyduğunda kulları o hükümlere isyan ettiklerinde onları cezalandırmaz mı? Elbette cezalandırabilir.

Eğer kullar Allah’ın hükümlerine boyun eğip küfür, şirk ve haramlardan kaçınsalardı Allah onları cezalandırmaz tam tersine onlara rızkını ve bereketini artırırdı. Onları kendi âfetlerinden koruduğu gibi düşmanlarının onlara tahakküm kurmalarına da msaade etmez, mûtî kullarını düşmanlarına karşı da korurdu. Bundan dolayı aşağıdaki âyeti tefekkür ede ede okumalıyız.

“O ülkelerin insanları îmân etseler ve günahtan sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık. Fakat yalanladılar; biz de ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik.” (A’raf: 96)

Evet, kimi Allah’ı, Allah’ın âyetlerini yalanladı kimi yalanlamadı ise de onları ya görmezden geldi veya nefislerinin hevâ ve heveslerine uyarak rablerinin emirlerine isyan ettiler. İşlemeyin dediği birçok haramları işlediler, yapın dediği birçok emirlerini de yapmadılar. Allah onları peygamberlerinin veya kitaplarının dili ile, “Yoksa o ülkenin halkı geceleyin uyurlarken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi idiler?” (A’raf: 97) diye uyarmasına rağmen Allah’ın gazabından eminmiş gibi haramları işlemeğe, kendi nefislerine ve diğer insanlara zulmetmeye devam ettiler. Zannettiler ki Allah onları görmüyor, yaptıklarını bilmiyor. Zannettiler ki yaptıkları yanlarına kâr olarak kalacak. Oysa Allah onları sık sık uyarıyor ve diyordu ki,

"Aranızdan yalnızca zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan fitneden sakının ve bilin ki Allah, cezası çok çetin olandır." (Enfal; 25)

Bu âyet bize ne anlatıyor? Neden belâ ve musibetler sâdece zulmedenlere değil de oradaki iyilere de isâbet ediyor? Çünkü onlar da orada işlenen günahkarları uyarmadılar. Akrabalarımı küstürürüm, komşularımı gücendiririm, zulme uğrarım, hapsedilirim diye sustular. Kendileri toplumun işlediği günahları işlemeseler bile onlara karşı sessiz kaldılar, onlarla oturup kalkmaya, yiyip içmeye devam ettiler. Allah da öyle bir toplumu cezalandırmak istediği zaman iyi kötü ayırmadan hepsini cezalandırır. Nitekim bu konudaki bir rivayet de şöyledir:

“Günahlar açıktan işlenince, iyi kötü herkes genel bir azaba maruz kalır.” [Taberânî]

Bir başka rivayette de şöyle buyrulmaktadır:

"Allah bir topluluğa azap indirdiği zaman, o topluluğun içinde bulunan herkese isabet eder. Sonra (kıyamet gününde) herkes niyetlerine göre diriltilirler." (Buhari)

Allah Rasûlü böyle buyurunca Hz. Aişe şöyle demiştir:

“Ey Allah’ın Resûlü! İçimizde sâlihler bulunduğu hâlde biz helâk edilir miyiz?”

Bu soruya Efendimiz (s.a.s) şöyle cevap vermiştir:

“Fısk ve fücûr (günahlar, haramlar, sapkınlıklar) çoğaldığı vakit, evet!” (Buhârî)

Diyelim ki, işlediklerimiz günahlar yüzünden cezalandırıldık, ondan sonra ne yapacağız?

Yapılması gereken şudur: Her şeyin Allah’ın ilmi ve izin vermesi neticesinde olduğunu kabul ederek isyan etmeyip teslimiyet göstereceğiz ve şöyle diye,

“Bizim bütün varlığımız Allah’ındır ve biz ancak O’na döneceğiz.”  (Bakara / 156. Ayet)

Daha sonra hayatımızı bir gözden geçirip o güne kadar ne kadar günah işlemişsek filim şeridi gibi gözümüzün önünden geçirip hepsi için Allah’a tevbe edeceğiz ve Allah’tan bağışlamasını dileyecek bir daha aynı günahlara, hata ve isyanlara düşmemek için gayret sarfedeceğiz. Sonra da aşağıdaki hadiste belirtildiği gibi söyleyeceğiz:

"Biz Allah'a aidiz ve biz O'na döneceğiz. Allah'ım! Başıma gelen musibetin veya acının mükâfatını senden bekliyorum, bundan dolayı bana ecir ihsan et, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir, desin." (Ebu Davud; Müslim)

Şâyet günahlarımızdan af diler yine Allah’a rucû ederek Allah’tan yardım dilersek Allah o belâ ve musibetleri üzerimizden kaldırır ve sabrettiğimizden dolayı da bizleri affederek o belâ ve musibetleri günahlarımıza keffâret sayar.Nitekim bir rivâyette de şöyle buyrulmuştur:

“Müminin hâli ne hoştur! Her hâli kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına güzel bir iş geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde ise sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64)

Peki, bizler belâ ve musibetlerden dersler çıkarıyor muyuz? İbret alıyor muyuz? Bu belâ ve musibetlerin neden gelmiş olabileceğini kendi kendimize veya toplumca soruyor muyuz? “Allah’tan geldi ne yapalım?” diyerek teslimiyet gösteriyormuşuz gibi yapıp hâlimizi hiç düzeltmezsek, aynı tas aynı hamam misali günahları işlemeğe devam edersek Allah tekrar belâ ve musibet vermez mi?

Toplumumuzda maalesef her türlü günah açıktan işlenir hâle geldi. Fâiz alıp vermek olağan oldu. Kişi kazandığının nereden geldiğine hiç bakmaz oldu. Haram helal tanınmaz, “gelsin de nereden gelirse gelsin”, denilir oldu. Kul hakları çinlenir, zinâ açıktan işlenir oldu. Emri bil mağruf, nehyi anil münker yapacak olanlar ya çok azaldı ya da hiç kalmadı. İşte tam da bu durumda iken büyük bir deprem yaşadık. Ülkenin beşte birini kaplayan, binlerce evin ve iş yerinin yıkılmasına, binlerce kimsenin enkaz altında kalarak ölmesine, on binlerce kimsenin yaralanmasına, malının mülkünün yok olmasına sebep oldu. Peki bu deprem orada bu depremi yaşayanlar için ve bütün olanlara şâhit olan bizler için bir ibret olacak mı? Dünyanın geçici olduğunu, yıllarca çalıştığımız ve edindiğimiz malların mülklerin bir dakika içinde yok olabileceğini, zenginken fâkir hâle düşebileceğimizi idrak edebildik mi? Edebilecek miyiz? Eğer edebilmişsek ne âlâ. Yok yaralar sarılınca eski hayatımıza dönecek, günahlara, küfre, şirke, isyanlara kaldığımız yerden devam edeceksek bilelim ki daha başımıza çok daha büyük belâ ve musibetler gelecektir.

Öyleyse, aklımızı başımıza devşirelim ve kendimize gelelim. Şirk ve küfürden uzak duralım, günahları işlemekten kaçınalım. Allah’a lâyık bir kul olarak Allah’ın istediği gibi bir hayat sürelim ve Allah’ın huzuruna Allah’ın râzı olacağı bir şekilde varalım. Belâ ve musibetlerden ders çıkararak Rabbine ilticâ ederek Rabbinden af dileyip Rabbinin istediği gibi bir hayat sürenlere ne mutlu.

Hasan AKBAŞ

YORUM EKLE