BASIN VE MENSUBU...

“Basın hürdür asla SANSÜR edilemez,ancak;

Sansür de gür ve derindir BASIN ona ilişemez!”

Basın; olan-biteni (olayları) ile olabileni (olguları) “ahlaki ve insani süzgeçten geçirerek” önceden belirlenerek kabul görmüş “kaideler, kurallar ve normlar” ışığında “objektif olarak” topluma yansıtarak-sunmak ve onu aydınlatmak mesleği ve sanatıdır..

Tarihi süreç içerisinde işlevsel ve kategorik bir yaklaşımla da yazılı (gazete ve dergiler), işitsel (radyolar) ve görsel (televizyonlar) olarak sınıflandırılabilir. Basının bu her üç yapısında da araştırma-geliştirme, düzenleştirme-hazırlama, pazarlama-ulaştırma servisleri yani bir bakıma“depolama, mutfak, pişirme ve sunma hizmeti” vardır... Basın organının başarısı;  örgütsel ve kurumsal yapısının etkinliğine ve inandırıcılığına bağlı olarak şekillenerek-toplum ve toplumsal katmanlarına yansır. Bu yansıma biçimi de o basın organının toplumsal rol ve statüsünü belirleyen en önemli bir faktördür.

Basın mensubu da bu yapıyı bütün norm ve gerekleriyle kabul ederek kendini eğitsel, örgütsel  ve eylemsel olarak buna uyarlayan “sosyal ve seçkin” bir kişiliktir.. Basın mensubu bu erdemli vasfıyla  sosyal (toplumsal) bir eğitimci olmak durumundadır. Bu da toplum adına basın ve mensubuna önemli ve yararlı “iş ve işlevler” yükleyerek örgütlenmesini ve  kurumsallaşarak toplumla bütünleşmesini sağlar.

Toplumun talep ve beklentilerini kavrayarak onun iradi ve gönüllü olarak çözümünü üstlenen basın mensubu, artık bedensel ve fikirsel bir işçi/hizmetli konumundadır.. Bu bakımdan basına “toplumun aynası”, mensubuna da “ayna tutanı” yani, olanın/bitenin ve olacağı var sayılan olguların fikirsel sunumcusu denilmiştir.

Basın mensubunun diğer ve en anlamlı bir vasfı da onun, direkt olarak değil, fakat toplumsal   “arz ve talebin” varlığı ve gereğinin karşılanması için toplum tarafından  zımnen (iradi) olarak  görevlendirilmiş olmasının, basın mensubunu topluma karşı sorumlu bir konuma getirerek onun bütün iş ve işlevlerinde bir otokontrol  sisteminin oluşturmasını zorunlu kılmıştır. Bu anlamlı oluşum basın mensubunun toplumsal ve mesleksel statü,onur ve prestijini de belirleyerek onu koruyan ve geliştiren bir olgu olduğundan, basın mensubu kendini buna uyarlamak zorunda olduğunu hiçbir zaman unutmamalıdır.

Basın ve mensubuna verilen bu (zımni) toplumsal görev ile bu görevin yerine getirilmesi için ona biçilen rolün başarısı da, şüphe yok ki toplum katmanlarının ona sahiplenerek desteklenmesine bağlı olacaktır. Zira her şeye duyarsız ve ilgisiz kalan bir toplumun karşılaşacağı basın ve mensubu da, kendisi gibi duyarsız ve ilgisiz olacaktır.

Biz “basın toplumun aynasıdır” dedik ama siz ona nasıl yaklaşır ve bakarsanız, o da sizin “si’ret ve suratınızın” aynısıyla tekrar size yansıtacaktır..

Bu konuda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; basın ve mensubunun mesleki oluşum ve hayat  rotasını belirleyen en etkin unsurların başında toplumun bizatihi kendisi gelir. Zira basını, güç

ve desteğiyle ayakta tutarak onu ikame ve idame ettiren yegane varlık toplumdur. Burada  her

iki unsurun da (basın ve toplumun) karşılıklı olarak yapmak zorunda kalabileceği toplumsal görevlerinin olduğunu unutmamak gerekir.. Yani basın ve mensubu, toplumun talep ve beklentilerine uygun olarak örgütlenecek ve kurumsallaşarak görevini ifa edecektir. Bunu sağlıklı,anlamlı ve yararlı bir şekilde yapabilmesi için de toplum ondan “maddi/manevi” desteğini esirgemeyecektir.

Peki “basın (medya) toplum ilişkileri” bu manada mı şekillenerek hayat bulmakta, yoksa da iletişimsizlik ve anlamsız bir kopukluktan tezahür eden kısır bir döngüyü mü körüklemektedir

Bugün üzülerek belirtmeliyim ki, ne toplum katmanlarında ne ulusal, ne de bölgesel ve yerel basın sektöründe bu ideal yapının(insani ve medeni diyalogunu) görmek mümkündür. Bu insani olmayan “zira insan sorumluluk duyması gereken üstün ve şerefli bir varlıktır” nemelazımcılık ve kopukluğun getirebileceği de duyarsız, rotasız ve eylemsiz bir basın ile bencil, köşe dönücü ve zalim bir toplum olacaktır..  

Peki toplumdan ve onun aynası durumundaki basından beklenen bu mudur? Mesela, basının hedefsiz, eylemsiz ve işlevsiz kalması mümkün mü? Basının, belki ideal bir toplum oluşturma gibi bir hedefi yoktur ama bunu hedefleyen  toplum ya da toplumsal kurum ve kuruluşlara da  çok önemli ve anlamlı katkısının olabileceğini unutmamak gerekir. Bunun da bütün toplum katmanları tarafından basının desteklemesiyle gerçekleşebileceğini düşünüyorum..

Bu olmazsa ne olur?

Bu olmazsa iki şey olur..

Basın organı gerek kurumsal ve gerekse de örgütsel olarak büyük bir mali güce gereksinim duyar. Bunun hizmetini yapmakla mükellef olduğu toplum (halk) tarafından karşılanmaması

halinde, iş ve işlevini yapamamakla karşı-karşıya kalacaktır.                                                          

Bunu telafi etmenin de iki yolu var;

Basın organı ya ilkelerinden ödün vermemek adına kendi hayatına son verecek,   ya da  ilke ve hedeflerinden vazgeçerek kalemini bir “şahıs veya zümrenin” emrine amade ederek verecektir.

Bugüne baktığımızda gerek ulusal, gerekse de bölgesel ve yerel basının bu açmazla karşı karşıya olduğunu söylemek mümkündür.. Basın süratle kendi mecrasından saptırılarak kişi

ve çıkar gruplarının payandası haline dönüştürülmekte ve bununla da sosyal sorumluluğundan uzaklaştırılarak kendisine toplumun zararına işlevsel roller verilmektedir..

Basından beklenen ne Sayın Başbakanın hiddetli göndermelerine çanak tutmak ne de basın Baronu Aydın Doğan ve benzerlerinin ticari ve rantsal paranoyasına katkı sunarak destek vermektir...

Görünen odur ki Türk basını, karnı tok, sırtı pek ve gönlü nahak olanların elleri ve idrakinde daha çok debelenip duracaktır.

Buna itiraz edenlerin, bugünkü “Türk Basın Camiasının” düştüğü girdaba bakmaları ve onu anlamaları yeterli olur sanırım.. Bugün basın sektörümüz “sülfü ve gayri ahlaki magazin ile siyasetin kokuşmuş arenası” arasında sıkışarak hayat bulmuyor mu? Böylesine asil ve asli rotasından  saptırılarak ilkesiz ve hedefsiz bırakılmış bir basının çokluğuyla azlığının ne farkı olur ki, çokluğuyla demokrasimizin gelişmesine katkı sunabilsin.?

O halde?

O halde biz bize, basınımız ile demokrasimiz de yine bize benzeyecektir. Yani biz imani ve

insani bir refleksle kendimize çeki düzen veremezsek ne basınımız ne de demokrasimiz uygar

bir düzeye gelemez ve bu  kısır döngüde,bizi de peşinden sürükleyerek debelenip duracaktır.

Yani bu kısır döngü devam mı etsin?

Bu kısır döngüyü tersine çevirecek olan, onurlu ve ilkeli olması gereken basın mensubundan.. başkası değildir..

Makam ve menfaatin yoğunlaştığı böylesine girift ve zorlu bir kulvarda ahlaklı, onurlu ve ilkeli kalabilmek kolay mıdır?

Şüphesiz ki kolay değil.. Zaten bizler de yerel basın ve mensupları olarak, bu bozulmuş genel yapının girdabında hayat bulmaya çalışmıyor muyuz? Ama yine de ümitsiz değilim.

Nasıl?

Şimdilik “Ulusal Basına” herhangi bir müdahale ve etkimiz olamaz fakat, yerel bazda oluşan

yeni organizasyonların, düzgün ve ilkeli çalışmasıyla, uzun vadede anlamlı katkılar yaparak    

ulusal basını da etkileyebileceğini ve onu kendi asli kulvarına çekebileceğini düşünüyorum..

Mesela?

Bir çok basın mensubu ile gazete sahibi arkadaşlarımız fazla bir ticari kaygı duymadan kıt imkanlarla oluşturmaya çalıştıkları “basın organlarını” Adıyaman  ve insanı için seferber etmişlerdir. Bu hareketin, basına destek vermek durumunda oldukları halde, bunu esirgeyen siyasetçiler, idareciler ve STK Başkanları ile Adıyaman işadamına örnek olmasını diliyorum.. Zira çok az bir destekle Adıyaman Basın Camiasının daha çok yararlı oluşumlara imza atabileceğini biliyorum..

 

Peki, sadece yerel yayınlarla Adıyaman’ın problemlerinin çözüleceğine inanıyor musunuz?

Çözülebileceğine inansaydım, bunun gibi bölgesel organizasyonları önemsemezdim. Çünkü ilimizin çözüm bekleyen sorunları sadece devlet ya da hükümet’ten kaynaklanan sorunlar

değil, bunların bir kısmı yerel ve bölgesel işbirliği ve eşgüdümle de çözülebilecek sosyal, sınai kültürel ve ticari sorunlardır.. İller arası örgütsel sivil birliktelik sağlanarak ortak ticaret, turizm ve kültürel etkinlikler oluşturularak-kazanımıyla bölge insanının refah düzeyini yükseltmek de pekala mümkündür.

  

Adıyaman yerel basını kıt imkanlara rağmen,kendisinden avantajlı olabilen bir çok komşu şehire göre daha aktif ve kaliteli hizmet yapmaktadır.. Bu, Adıyaman insanı için de çok anlamlı ve önemli kazanımdır. Artık Adıyaman halkının da bu olguyu fark ederek bunun daha da ileriye gitmesi için “YEREL BASINA” katkı yapması gerekir.

Adıyaman halkı basına katkı yapmıyor mu?

Benim halk diye kastettiğim sade yurttaş değil, onun temsilci konumundaki “Seçilmişler, STK

Başkanları, İş Adamları, Üst düzey İdareci ve Bürokratlar” dır. Bunun dışında kalan halk katmanlarından basının bekleyeceği şey ise yalakalık yapmadan sadece manevi desteğin bir gereği olarak basının yanında onurlu ve insani bir duruş sergilemesidir. Zira fukara insanın tek serveti onun onuru ve insani duruşudur. Bunu da yitirirse, geride hiçbir şeyi kalmaz.. 

Yani?

Yani dar gelirli sade yurttaşın, işçi ve memurun, köylü ve esnafın basına verebileceği başka

bir desteği yoktur ve olamaz.. Basın bunlar da dahil tüm halk katmanlarının aynası durumunda olarak bunun adına görev ifa ediyorsa, bedelini de, yaptığı “iş ve işlevinin” karşılığı olarak “halkın vergisi iradesi ve desteğiyle oluşturulmuş” halkın temsilcileri olan “Siyasilerden,STK Başkanlarından ile İş Adamlarından, İdareci ve Üstdüzey Bürokratlardan almalıdır.

Bu durum, basın ve mensubunu, sizin de rahatsız olduğunuz güdümlü bir konuma düşürmez

mi? Yani ahlaki bir hal midir bu?

Halkın gücü, desteği ve varlığıyla makam edenlerin,”onun adına hizmet ifa etmekle kendini

yükümlü sayarak” iş ve işlevini özveriyle yapan basını maddi/manevi desteklememesi ahlaki ise bu desteğin basın tarafından istenmesi de ondan daha ahlaki ve onurlu bir davranıştır..

Zira basın ve mensubunun ifa etmekte olabileceği iş şahsi değil, genellikle kurumsal ve toplumsaldır.. Yani basın ve mensubunu, bir yetkili ya da kurum başkanının özel alanından çok toplum adına  bunların mesleksel ve kurumsal etkinlikleri ilgilendirir/ ilgilendirmelidir.

Bu nedenle, yapılan basın hizmeti genellikle kurumsal yapıyı ilgilendirdiğinden, bedelinin de

kurum tarafından karşılanması gerekir.. Misal olarak; Belediye Başkanı, ATSO Başkanı, Vali ve Dernek Başkanı vb. gibilerden değil, Belediye Başkanlığı, ATSO Başkanlığı, Valilik Makamı ile Dernek Başkanlığından alınması gerekir. Zira ödenecek bedel  kurum ya da kuruluş  amir ve başkanlarının değil, başında bulundukları kurum ya da kuruluşa aittir.

Bu nedenle, “zata mahsus” değil, sadece kurumsal bir hizmet yaptığınız zaman çekinmeden

bedelini de o kurumdan almanız gerekir.. Yaptığınız iş kurum başkanını lanse ediyorsa, o zaman bedelini kurumdan değil, onun kendi parasından karşılanması gerekir.

Bunlar gerçek hayatta pek de karşılanmayan ama,olması gereken temennilerdir. Bugün siyasi,

idari ve ticari arenaya baktığımızda bu temennilerin bir nüansını bile pek göremeyiz. Zira bir kurum ya da kuruluşun başına geçerek makam edenlerin, hakkın ve halkın hilafına o makamı

keyfince yöneterek ve onunla özdeşleşerek-değerlerini kendi şahsi ikballerine feda ettikleri de bir gerçektir. 

SON SÖZ;

Basın topluma (onun) “bütünsel varlığını olduğu gibi” yansıtarak ayna tutar. Basını            kirlenmiş, kırılmış ve dökülmüş bir toplumun kendisi de kirlenmiş demektir..

Saygılarımla..

YORUM EKLE