ALLAH RESULÜ HADİSLERİ SÖYLEMEK İÇİN GÖNDERİLDİ..

''Elçinin görevi, mesajı apaçık tebliğ etmekten başka bir şey değildir.
(Mâide/99)

"Rabbinden sana indirilen hakikati tebliğ et!"
(Maide/67)

''Senin görevin, yalnızca tebliğ etmektir.''
(Râd/40 )

Kur'an ayetlerine dayalı olarak Allah Resûlü görevi gereği sadece vahyi olduğu gibi ilavesiz-eksiltmesiz tebliğ etti, 
dediğimizde;

"Peygamber postacı mı yani, hiç konuşmadı mı demek istiyorsun?" diyenler.

Tabi ki konuştu. Ama ''Resul sıfatıyla''; sadece vahyi konuştu, tebliğ etti, beyan etti, ilan etti.

Tabi ki konuştu. Vahiy yani Kur'an dışında ''Nebi sıfatıyla''; çarşıda pazarda konuştu, evde eşi ve çocuklarıyla konuştu, arkadaşlarıyla sohbet ederken konuştu, savaşta ordusunu yönetirken konuştu,  kendisine din ile ilgili sorulduğunda Kur'an ayetlerine dayalı olarak kendisine verilen ilim ve hikmet yeteneği ile yaptığı doğru çıkarımları konuştu, devleti yönetirken konuştu v.b.

Ama Kur'anda olmayan hükümleri, helal-haramları konuşmadı, Kur'an eksiktir diye şu veya bu konuyu, ilaveleri konuşmadı, Kur'an açıklanmamıştır diyerek Kur'an'ın açıklamalarını konuşmadı, dinde eksik bırakılmış konular vardır diye konuşmadı.

Ayrıca benim Kur'an dışında söylediklerimi ezberleyin, benden sonrada yazıp kitap haline getirin (hadis kitapları) ve Kur'an dışında ikinci bir kaynak olarak kabul edin diye de konuşmadı.

SİZ ALLAH'IN ELÇİLİK GÖREVİNİN "GÜYA" KENDİ SÖZLERİYLE DİNİN VE KUR'AN'IN EKSİKLERİNİ TAMAMLAMAK, İBADETLERİN NASIL YAPILACAĞINI ANLATMAK OLDUĞUNU MU ZANNEDİYORSUNUZ?

GÜYA ELÇİ, DİNİN KUR'ANDA OLMAYAN EKSİK YERLERİNİ TAMAMLAYIP, AÇIKLAMAK İÇİN GÖNDERİLMİŞ.

YANİ GÜYA ALLAH RESULÜ ASLINDA HADİSLERİ SÖYLEMEK İÇİN GÖNDERİLMİŞ..

''O zaman neden sadece Kur'an a itaat edin demiyor da Resule itaat edin de diyor.'' ??

 ''Kur'an yeterli ve açıklanmış olsa idi Allah Elçi göndermezdi''

''Kur'an yetiyorsa sadece Kitap gönderseydi, Resule ne gerek vardı'' diyor.

Diyor da diyor;

Şunu anlamıyor; Allah  müşrik toplumlara tevhid inancını yerleştirmek , ilahi mesajlarını tebliğ etmek, ve doğru dinini yeryüzünde tesis etmek için o toplum içinden seçtiği seçkin, şerefli ve üstün ahlaka sahip bir kulunu ELÇİ olarak seçip görevlendiriyor.

Bu Allah'ın tercih ettiği yöntemi.

Bunu sorgulamak kimsenin yetkisi ve haddi olamaz.

"Allah'ın bir insanla konuşması olacak şey değildir. Ancak vahiyle, veya perde arkasından, veya bir Resûl gönderip Kendi izniyle dilediğini vahyeder. Gerçekten O Yücedir, Hüküm ve Hikmet sahibidir."
(Şura/51)

Kaldıki, "Allah'ın kendi tercihi olarak o toplumun içinden birini Elçisi olarak seçip, dinini tebliğ edip yerleşmesi ve yayılmasını sağlamak" dışında başka hangi yöntem daha etkili olabilirdi ki?

Sadece mesajlarını içeren bir kitap gönderseydi aynı etkide olabilir miydi?

Hiçbir zaman kitap, söz ve hitabın gücüne ulaşamaz.

Kitap, bilgiyi koruma haricinde  hiçbir şey değildir.

Eğer kitabın gücü olsaydı, toplumda bu kadar hurafe, yalan ve ahmaklık yaygın olmazdı.

İşte Resûlün önemi burada ortaya çıkıyor. Kitap Resûlün dilinde hayat buluyor. Resûl olmadan din, iman, vahiy, kitap diye bir şey olmaz.

Kendi döneminde yaşayan insanlar için beşer Resûl örnekliği, güzel ahlakı ve sözünün gücü sayesinde, vahiyden daha öncelikli bir konuma sahiptir.

Kur'anda anlatılan tüm Nebiler kendi toplumlarına Allah'ın ilahi mesajlarını iletmek, tebliğ etmek ve ardından toplumda bu dinin taraftar bulması, yerleşmesi, Allah'ın muradının gerçekleşmesi için bizzat toplumun içindeki faaliyetleri ile bu şerefli görevi yerine getirmişlerdir.

Bu uğurda acılar çekmiş, hakaret edilmiş, aşağılanmış ve alay edilmiştir. Bazıları bizzat kendi toplumları tarafından sadece dini tebliğ edip uyarma görevini yaptığı için atalarının dinini korumak isteyen müşriklerce öldürülmüştür.

Nuh, İbrahim, Hud, Salih, Musa, Şuayb, İsa (A.S.)..... tüm Nebiler kendi toplumlarına gönderildiğinde ne tür zorluklar, zulümler, sıkıntılar, direniş ve karşı koyuşlar yaşadılar, hepsi Kur'an'da ayrıntılı anlatılıyor.

Tek amaçları hiçbir ücret talep etmeden toplumlarına Allah'ın mesajlarını anlatıp dinin yerleşmesi ve yayılması idi.

Aynı şekilde sevgili Nebimiz Muhammed (A.S.), Allah tarafından  kendisine nübüvvet ile Nebilik görevi bildirildikten sonra risalet misyonu gereği toplumuna Resul olarak Allah'ın ilahi mesajlarını tebliğ etmiştir. Ama yine Kur'andan biliyoruz ki, müşrik topluma bu dini tebliğ edip insanların iman etmesi için hayatını ortaya koymuş, türlü zorluklar, eziyetler görmüş, büyük ve uzun mücadeleler sonucunda güçlü imanı, mükemmel ahlakı, liderliği, samimiyeti, yumuşak huyu, irade ve kararlılığı ile İslam dininin yeryüzünde yerleşip yayılmasını sağlamış, görevini mükemmel bir şekilde ifa etmiştir.

"Siz 610 yılında putperestlik, yahudilik, Hristiyanlık v.b. dinlerin yerleşip kök saldığı, yerleşik atalar dininin ve geleneklerin güçlü bir şekilde hüküm sürdüğü Mekke'de, Arabistan coğrafyasında, hiçbir ekonomik ve siyasi, askeri gücü olmadan sadece Allah'a olan güven ve teslimiyetine dayanarak, tüm kadim dinlerin yerleşik kural ve hükümlerini yıkıp değiştirecek yeni hükümler içeren bir dini tanıtıp, yerleştirip, insanlar arasında kabul edilip yayılmasını, kısa bir sürede çevre ülkelere ve coğrafyalara hükmedecek bir devlete dönüşmesini, hemde insanları zorlamadan gönüllerini fethederek gerçekleştirmeyi basit ve kolay bir şey mi sanıyorsunuz?

İşte Allah'ın Elçisinin asli görevlerinden biride Allah'ın dininin yerleşip yayılması için bedeniyle, malıyla, canını ortaya koyup fedakârca mücadele etmektir.

Olayı sadece "Peygamber hiç konuşmadı mı" ya indirgeyen ve dinden tek anladıkları hadislere iman etmek olan cahiller, 
Elçinin gerçek üstün konumu ve şerefli görevinin 

''Vahye muhatap olmak" ve Allah'ın dinini yeryüzünde hâkim kılmak olduğunu, bunu da sadece 

"Kur'an'a uyup-uygulamak ve sadece O'ndan konuşarak" yaptığını anlayamazlar.

İşte gelenekçi din öğretisi, Allah Resulünün nübüvvet hayatı boyunca bizzat dinin yerleşmesi için bedeniyle, canıyla, mücadele ve fedakârlıkla yaptığı görevi görüp anlayamıyorlar. 

Elçinin dini tebliğ ve insanlara bildirme, kabul ve yayma görevlerini hayattayken başarıyla tamamlayıp vefat etmesiyle bu görevinin bittiğini kabullenemiyorlar.

Artık vefatından sonra kıyamete kadar O'nu sadece nübüvvet hayatı boyunca uyup-uyguladığı ve sadece O'ndan konuştuğu Kur'an temsil edebilir.

"Ölmeyen ve hep aramızda yaşayan Peygamber" algısını yaratarak, O'na isnat edip uydurdukları hadisleri her dönem geçerli ve meşru kılmak için; 

''Peygamber bize bıraktığı hadisleri vasıtasıyla sadece hayattayken değil, her zaman dini ve Kur'an'ı bize anlatıp nasıl uygulanacağını gösteriyor'' yalanını topluma kabul ettirdiler.

Halbuki Allah Resulünü anlamak ve takip edip, 
yolundan gitmek için;

bir çoğunu kimin uydurup aktardığı belli olmayan, içinde hurafe, safsata, bid'at, israiliyat ile bezenmiş sözlerin olduğu ve asla Resulün söylemeyeceği, Kur'an'a zıt ifadeler içeren, 

Resulden 200 yıl sonra Buhari/Müslim v.b. lerin kitaplarına yazdığı beşer sözlerini değil,

kitap/iman nedir O'ndan öğrendiği,

O'na uyup uyguladığı,

O'nunla öğüt verdiği,

yalnız O'ndan konuştuğu,
tek mucizesi olan..

KUR'AN'A uymamız gerekiyor.

YORUM EKLE