ALLAH'I GEREĞİ GİBİ TANIYIP KAVRAYAMAK.

Onlar Allah'ı hakkıyla takdir edemediler ve anlayamadılar. Allah'ın büyüklüğünü anlayamadıkları için de görüp, konuşup,  dokunabildikleri, aralarında yaşayıp muhatap oldukları bir beşere,  kulu ve elçisine Allah'a ait bazı nitelikleri isnat ettiler.

Görmedikleri Allah'ın yücelik ve büyüklüğünü algılayamadıkları için O'nu beşeri bir varlık olarak tasavvur etme ilkelliğine düştüler ve dolayısıyla Allah'ı görüp, konuşup, aralarında yaşayan bir insan üzerinden görmek istediler.

İşte bu yüzden yahudilerin Üzeyir için, hristiyanların İsa (as) yaptıklarını, yani görmedikleri Allah'a ait ilahi vasıf ve nitelikleri, görüp aralarında kendileri gibi yaşayan Allah'ın dünyadaki temsilcisine vererek, Allah'ın varlığını elçileri üzerinden kendilerine bu şekilde yaklaştırarak, ilkel güdüleri olan gördüklerine tapınma ihtiyacını gidermiş oldular. Bu sapkınlıkları onları O'nun elçisine de tapınma, Allah'ın bir parçası gibi, Allah'ın dünyadaki yansıması olarak görmelerine yol açtı.

İslam dininin tahrifatı sürecinde, gelenekçi şeytani güç odakları, işte bu ilkel içgüdü üzerinden Rasulullah'ı ilahi yetkilerle sahte hadisler yoluyla donatıp, açıktan söyleyip itiraf edemeselerde aslında ilahlaştırmış oldular.

Allah'ın elçisine hüküm, ibadet, helal-haram belirleme, şefaat etme vb. ilahi yetkiler verip, Nebi söyledi yalanıyla uydurdukları sözleri toplayıp yazdıkları hadis kitaplarını da Kur'an ile beraber dinin kaynağı yaptılar.

Sonuç olarak Ehli sünnet ve Şiilik mezhepleri , kendi kutsal kitapları ve ilahlaştırdıkları Peygamberleri ile aslında birer müstakil din haline dönüştüler.

Günümüze gelirsek aslında Şirk temelli bu inanç anlayışları Allah'ın varlığını kabul ederler ama dinin merkezine koydukları Peygamber olgusunu dinin asıl odağı kabul ederler.

Yani tıpkı Allah Resulünün gönderildiği müşrik toplumun benzeri bir inançla, arka planda bir Allah inancı olsa da gerçekte görüp, dokunabildikleri varlıkları Allah'a eş, aracı ve ortak koşarlar.

Çünkü bu müşrik inanç anlayışı, görmedikleri halde iman etmenin gerçek değer ve önemini anlayamamış, Allah'a tam bir teslimiyet ile iman etmemişlerdir. Netice olarak görüp, varlığını hissedebildikleri, konuşup muhatap oldukları, bu dünyaya ait olan varlıkları Allah'a ortak koşmuşlardır.

Halbuki indirilmiş din anlayışı, yani Allah Resulü'nün Kur'an a dayalı getirdiği gerçek İslam;
GÖRMEDİKLERİ HALDE (aracısız, tek ve birleyerek, önkoşulsuz teslimiyet esasına dayalı olarak, herşeyin yaratıcısı, mutlak otorite ve gücün tek sahibi, tek karar verici, yargıda tek hakim, dinde tek hüküm ve kural koyucu olduğuna kesin iman ederek) ALLAH'A inanıp bağlanmak demek olan TEVHİDİ getirmiştir.

"Onlar, GÖRMEDİKLERİ HALDE Rablerinden içten içe korkarlar. Onlar kıyamet gününden de korkarlar."
(Enbiya/49)

 "Hiçbir günahkar başka bir günahkarın yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır olan kimse, (bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez, çağırdığı kimse yakını da olsa. Sen ancak, GÖRMEDİKLERİ HALDE Rablerinden için için korkanları ve namaz kılanları uyarırsın. Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah’adır."
(Fâtır/18)

 "GÖRMEDİKLERİ HALDE Rablerinden korkanlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükafat vardır."
(Mülk/12)

 ''Biz peygamberlerimizi apaçık delillerle gönderdik ve onlarla beraber kitabı ve ölçüyü indirdik ki, insanlar adaleti ayakta tutabilsinler. Bir de demiri indirdik ki, onda çetin bir güç ve insanlar için yararlar vardır.Bütün bunları, GÖRMEDİKLERİ HALDE Allah'a ve Elçilerine yardım edenleri ortaya çıkarmak için Allah size verdi. Zira Allah, karşı konulmaz kuvvet sahibi ve herşeyin mutlak galibidir.''
(Hadid/25)

Yüce Allah işte bu ayetlerde; insanlık tarihi boyunca ‘’gördüklerine ve hissedebildiklerine’’ inanma ve tapınma içgüdüsünün kolaycılığından sıyrılıp ‘’görmedikleri halde’’ kendini O’na teslim eden ve tüm varlığıyla inanan kimselerin ayrıcalığını ve önemini vurguluyor.

Gerçek imanın; dünyevi algılarımızla oluşturduğumuz inanç objelerine dayalı olmayan, sadece algılarımızın kapsadığı değil aynı zamanda algılarımızın ulaşamadığı VARLIK olan, yüce, tek, eşi ve benzeri olmayan ALLAH’a inanmak ve O’na teslim olmakla anlam kazanacağını Kur’an ayetleriyle anlamaktayız.

Bu gelenekçi din anlayışının şirk bulaşmış inanç sistemi, Kur'an'ı okumadıkları yada okuyup doğru anlamadıkları için Kur'an da anlatılan ALLAH, KUR'AN ve ELÇİ kavramlarının dindeki yerlerini oturtamamışlardır.

Allahın yücelik ve büyüklüğünü kavramaktan uzak bu anlayış sahipleri, O'nun akıl ve duyularla algılanamayacak niteliklerini dünyevi benzetmeler üzerinden ve  uydurulmuş hadislere göre kavramaya çalışmışlardır.

 “Allah ahirette Peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir.”
(Müslim-İman 302; Buhari 97/24, 10/29; Hanbel 3/1)

 ''Allah benimle görüştü ve el sıkıştı. Elini iki omuzum arasına koydu. Öyle ki parmaklarının soğukluğunu iki göğsüm arasında hissettim.”
(Hanbel 5/243)

 ''Hacer-ül Esved Allah'ın yeryüzündeki sağ elidir. Onunla insanlardan dilediği ile tokalaşır.''
(Cami-üs Sağır 1/151)

İşte Allah'ı gereği gibi kavrayamayan gelenekçi din anlayışı, ne gariptirki bu bakış açısını uydurdukları hadislerede yansıtmışlar ve Allah'ı zihinlerinde beşeri bir varlık olarak tasavvur etmişlerdir. Böylece de yukarıda ki garip ve saçma ifadeler içeren ''hadisleri'', asla Rasulullah'ın söylemeyeceği sözleri iftira yoluyla O'na isnat etmişlerdir.

Buna bağlı olarak Allah kavramını doğru anlamayınca, O'nun yeryüzündeki temsilcisi olarak gördükleri elçisine, sadece O'na ait olabilecek ilahi nitelikleri verme sapkınlığına girmişlerdir.

''Nitekim onlar Allah’ı gereği gibi takdir edemediler; oysa bütün yeryüzü Kıyamet Günü O’nun tasarrufundadır; gökler ise O’nun kudret eliyle dürülmüştür: Yüceler yücesi olan O, onların şirk koştukları her şeyin ötesinde aşkın bir varlıktır.''
( Zümer / 67 )

YORUM EKLE