ALLAH DOSTU KİME DENİR?

Allah Dost'u kime denir?

Söz konusu "Allah Dostu" kavramı ise bunun tanımı sadece Allah yapabilir.

“İyi bilinki (Ahirette) Allah dostlarına korku yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir. İşte onlar iman eden ve takva sahibi olan kimselerdir.” Yunus Suresi 62,63.

İslam’a göre İman eden ve takva sahibi olan herkes “Allah dostudur”. Peki, takva sahibi olmak ne demektir, bunu da hemen bakara suresinin ilk ayetlerinden öğreniyoruz;

“Elif,lam,mim. İşte kendisi hakkında hiçbir kuşkuya yer olmayan bu ilahi kelam, takva sahipleri için bir hidayet rehberidir. O takva sahipleri ki gayba iman ederler, namazlarını kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak ederler. O takva sahipleri, sana indirilene de senden önce indirilenlere de, Ahirete de tüm kalpleriyle iman ederler. İşte onlar rablerinden gönderilmiş olan bu kusursuz rehberliğe tabidirler. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” Bakara Suresi 1-5.

Kısacası takva sahipleri, gayba iman eden, namazını kılan, sadakasını veren, kitaplara ve ahiret gününe iman eden kimselere denir. Bu da Müslüman olan herkesi içine kapsar. Çünkü bir insanın Müslüman olabilmesi için yukarıda sayılanları zaten eksiksiz olarak yapıyor olması gerekmektedir. Dolayısı ile İslam’a göre her Müslüman Allah dostudur.

Bakara Suresi’nden de net bir şekilde anlaşıldığı üzere, Kur’an’ı kendisine hidayet rehberi edinen Müslümanlar takva sahibidirler ve Allah dostudurlar. Bunun tam tersi Kur’an’ı rehber olarak görmeyip başkalarını rehber edinenler de şeytanın dostlarıdır. Allah bu durumu Kur’an’da şu ayet ile dile getiriyor;

“Kim ki Rahman’ın öğüdü olan bu Kur’an’ı görmezden gelirse, onlara bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan onların velisi olur (Dostu-yol göstericisi) Bu şeytan onları hak yoldan saptırır fakat onlar kendilerini hak yolun tam ortasında zannederler. Ahiret günü huzurumuza çıktılarında (o dost edindikleri şeytana) derler ki: Ah keşke seninle bizim aramızda doğu ile batı kadar mesafe olsaydı. Meğer ne berbat bir veliymişsin” Zuhruf 36,37,38.

İsterseniz bu kavramı çarpıtanların, nasıl çarpıttıklarını da söyleyelim.

Birincisi, Diyorlar ki: Ayette "Onlara korku yoktur, üzülecek de değillerdir" sıradan müslümanlar korku duyarlar, üzülürler de, demek ki ayet bütün müslümanlardan değil, evliyadan bahsediyor. Allah dostları asla korku duymazlar, hiç birşeye de üzülmezler.

El Cevap: Eğer ki "Korku ve üzüntü olmama sadece evliyanın sıfatıysa, şu ayet nedir?

"Biz peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve yanlışı bırakısa onlara korku yoktur, üzülecek de değillerdir." En'am 48.

Görüldüğü gibi "korku ve üzüntü yoktur" ifadesi Kur'an'da açıkça tüm iman edenler için kullanılır, çünkü bu korku ve üzüntü olmama durumu ahiret için söylenmektedir. Aksi durum zaten düşünülemez. Yakup peygamber üzüntüden ağlayarak kör olmuştur. Yakup peygamber Allah dostu değildi o zaman bu kafadakilere göre.. Yüzlerce örnek verilebilir, zaten ayetler hakikati açıkça ortaya koyuyor.

İkincisi, Diyorlar ki: Ayette "takva sahibi olanlardır" diyor, oysa her müslüman takva sahibi değildir, dolayısı ile ayet her müslümanı değil sadece evliyayı kastediyor.

El-Cevap: Her müslüman takva sahibi olmak zorundadır.

O takva sahipleri ki gayba iman ederler, namazlarını kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak ederler. O takva sahipleri, sana indirilene de senden önce indirilenlere de, Ahirete de tüm kalpleriyle iman ederler. İşte onlar rablerinden gönderilmiş olan bu kusursuz rehberliğe tabidirler. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” Bakara Suresi 1-5

Ayete göre Takva sahibi olmanın özellikleri: gayba inanmak, namaz kılmak, zekat vermek, kitaplara ve ahiret gününe inanmak ve Kur'an'a uymaktır. Bu da tüm müslümanları kapsar, zira bunlardan birisi yapmayan kişi müslüman olamaz.

Öyleyse, sadece "Evliya" denen zatlar takva sahibidir diyenler, diğer herkesi kafir yapmış olurlar. Çünkü ayetin sonunda "Kurtuluşa erenler onlardır" buyuruyor, yani onlar dışında herkes cehennemliktir.

Sonuç olarak Kur'an'a göre İman eden ve takva sahibi olan herkes Allah dostudur. Yani tüm müslümanlar Allah dostudur. Bunun aksini söyleyenler Kur'an'ı açıkça inkar etmiş olurlar.. 

Malesef tasavvuf dini, herşeyi çapıttığı gibi Kur'an'daki bu kavramı da çarpıtıp, "Evliya" adı altında "Yarı-tanrı" varlıklar icat etmişlerdir. Bunun benzerleri diğer dinlerde de mevcuttur, Hristiyanlıktaki "Aziz" kavramı, Hinduizm'deki  "Guru", Budizm'deki "Bodhisattva " kavramı gibi...Hz.İsa'nın ümmeti Aziz olarak gördükleri şahıslar yüzünden sapıtmıştı. Hz.İsa'nın vefat'ından 60 sene sonra Pavlos adında bir adam yaşadığı insanüstü bir olayı insanlara anlatır ve kendisinin Hz.İsa'nın vekili olduğunu söyler. Kısa zamanda dört bir yana Hristiyanlığın yeni itikadını oluşturacak mektuplar yazar, bu mektuplar bugün Hristiyanların elindeki en eski yazılı kaynaklardır, bu adam Aziz olduğu için sözleri Allah'ın sözü gibi kabul görmüştür. Hiç kimse karşı çıkma gereği duymamıştır(Klasik vardır bi bildiği, biz anlayamayız mantığı).

Ümmet-i İsa'nın başına gelen bu durum, aynen Ümmet-i Muhammed'in de başına gelmiştir.Evliya'lık denen bir mertebe uydurulmuş, bu mertebedeki insanlara ilahi vasıflar yakıştırılmış, sözleri ve kitapları tartışılamaz hale getirilmiş, kitaplarındaki öğretiler yeni bir itikad ortaya çıkarmış, ve yeni bir din meydana getirmiştir.

Hristiyanlar ve bizim hristiyanlaşmış müslümanlar ortak söylemlere sahiptir, aynı şeyleri söylerler ve aynı mantıkla kendilerini savunurlar. Bunlardan en meşhurları şunlardır:

-Falanca zattan daha mı iyi biliyorsun.

-Sen kur'an'ı anlayamazsın.

-Allah gücü buna yetmez mi?

-Sen falanca Aziz'i-Evliya'yı inkar mı ediyorsun?

Tarzında söylemler bu yoldan sapmış insanların ortak söylemleridir. Oysa ki müslümanlar birşey savunacakları zaman sadece Kur'an ve Sünnete başvururlar ve onun dışında kimseyi söz sahibi olarak görmezler.Şimdi kısaca, Tasavvuf'un uydurduğu "Evliya" denen bu yarı-tanrı varlıkları, onların kaynaklarından tanıyalım:

İbni Arabi, Latiful Esrar isimli eserinin 49. Sayfasındaki şu şiiri ile “Velayet (evliyalık) makamının” ne olduğunu bize açıkça anlatıyor:

“Nübüvvet makamının mevkii, Rasul’un üstünde Evliya’nın altındadır”

Yani İbni Arabi ile son şekline kavuşan “Evliyalık” Nübüvvet ve risaletten (yani peygamberlikten) daha üstündür.

Aynı şekilde Nakşibendi alimlerinden Hasan Lutfi Şuşud, bunu şu sekilde dile getirir:

"Velayet (evliyalık) fenaya varmış kimsenin halidir (Yani Allah'la bütünleşmiş). Nübüvvet (peygamberlik) mertebesinden üstündür." İslam Tasavvufunda Menakıbı Evliya isimli eser, sayfa 163.

Yine Nakşibendi alimlerinden Molla Abdurrahman Cami (Molla Cami), Nefehatu'l-Uns min Hazarati'l-Kuds isimli eserinde Evliya'nın özellikleni şöyle sıralıyor:

1.Yoktan var etmek, vardan yok etmek. (Allah'ın el-Halık sıfatı)

2.Gizli şeyleri açığa çıkarmak, açıktakileri gizlemek. (Allah'ın Es-Settar sıfatı)

3.Ölüyü diriltmek, diriyi öldürmek. (Allah'ın el-Hay ve el-Mumit sıfatları)

4.Duaları gerçekleştirmek. (Allah'ın el-Mucib sıfat)

5.Gıyaben söylenenleri işitmek, her an her yerde söylenen birşeyi duymak. (Allah'ın es-Semi' sıfatı)

6.Gıyaben gelecekten haber vermek. (Allah'ın el-Habir sıfatı)

7.Aynı anda pek çok farklı mekanda bulunabilmek. (Mekandan münezzehlik)

8.Hayvan, bitki ve cansız maddelerin söylediklerini duymak.

Bu yukarıda sayılan sıfatlar sadece ve sadece Allah'a aittir. Tasavvuf'ta "evliya" denilen bu zatlar Allah'la eşit bir konuma getirilmiş ve böylece  insanlara söyledikleri her söz Kur'an ayeti gibi kabul ettirilmiş, insanlar onların söyledikleri hiçbir şeyi sorgulamaz hale getirilmiştir. İşte insanlık tarihi boyunca tüm Putlaştırmalar bu taktik üzerinden gerçekleştirilmiştir.

Bir diğer eserde:

"Kutbu'l Aktab'lık hizmet-i celilesi, her asırda bir zatı Valakadir'in uhdesine verilir ve o zat Allah'ın lutfu ile halifetullah olup iki cihanın yönetimi bizzat kendisine ihsan buyrulur ve dilediği gibi yönetir.

 Gavsu'l Azam tabir olunan zatı vala-kadir ise, Kutbu'l Aktab'a mulazımdır. Onun da yönetime kudreti varsa da el ve dil uzatmaz ve hiç birşeye destursuz karışmaz (Kutbu'l Aktab'tan izin alır).

 Kutbu'l Ûlâ tabir olunan zatı şerif de bütün diğer Kutup'ların evveli demektir.

 Kutbu'l Aktab, Gavsu'l Azam ve Kutbu'l Ula denen bu üç zat, halk arasında ÜÇLER olarak anılan ve tanınan zatlardır.

 BUnlardan başka YEDİLER ve KIRKLAR olarak bilnen zatlar da her biri birer Kutub olmakla beraber Allah'ın izniyle Kutbu'l Aktab'a hizmetçi düşmüşlerdir.

 Bunlardan her birisi hallerine göre birer memurdurlar.Yani Kutbu'l Ula, Bağdad, Halep, Şam gibi beldelerde söz sahibidir. Diğer Kutub'lar da halince birer, ikişer yerde söz sahibidirler.Hatta aralarında küffar beldelerinde söz sahibi olanlar da vardır. Ancak bunların yönetimleri Kutbu'l Aktab'ın emriyledir.

 Kutbu'l Aktab'ın iki cihanda tasarruf edemeyeceği (söz geçiremeyeceği) hiç birşey olmaz. Bütün eşyayı ve bütün ehlullahı nefsinde toplamıştır. İKİ CİHANDA İYİ VEYA KÖTÜ HER NE Kİ OLURSA, ONUN BİLMESİ VE DİLEMESİ VE KALBİNİN ONAYLAMASI İLE OLUR ve memuriyetinin icrası ile hayat bulur." Mehmed Buri Şemsuddin en-Nakşibendi, Tam Miftahul Kulub 47,48.

 Tam anlaşılması için bir de şu eserde anlatılanlara bakalım:

 "Allah'tan ne olursa olsun, yaratıklara herşey ancak Kutbu'n hükmü ile ulaşır. Zerresine varıncaya kadar alemdeki her varlığın varlığını sürdürmesi Kutbun ruhaniyeti ile olur.Kutub'suz bütün kainat, ruhu olmayan hayaletlerden ibarettir. Bütün varlıkların ruh ve hayat kazanmaları ancak Kutbun onlarda hakim olmasıyla mümkündür.

 Evliyanın mertebelerinde de Kutub tasarruf eder. Onun zevki dışında ariflerin ve evliyanın hiçbir mertebesi olamaz. Hepsinde tasarruf eden ve sahiplerine kaynaklık eden odur. Bütün alem onun sayesinde rahmet görür. Varlıkların varlıklarını devam ettirmeleri ancak onun sayesindedir." Ahmet et-Ticani, Cevahiru'l Maani 1/81.

 Sözü edilen Kutub'l Aktab, Gavs ve Kutbu'l Ula denen ve onların hizmetçileri olan diğer kutubların, Mekke müşriklerinin inandıkları Lat, Uzza ve Menat'tan ne farkları vardır? Kutub ve Gavs kavramları Kur'an ve sünnet'in yakınından dahi geçmezler, çok sonra uydurulmuşlardır.BUna rağmen, günümüz tasavvuf Tarikatlerinin temel inanç esasları arasındadırlar.

 Büyük Nakşibendi Alimi İmam Şarani, Tabat'ul Kubra isimli eserinde Kutub'un özelliklerini şöyle sayar:

 "1. Evvelin Hakimidir. 

2.Ahirin Hakimidir.

3.Evveli ve Ahiri olmyanın hakimidir."

 Evveli ve ahiri olmayan kimdir?

İşte durum böyle vahimdir. Kur'an ve sünnet uzak bir topluma bunları yedirmek çok da zor olmasa gerek. İnsanların çoğu bir hikaye ile kolayca kandırılabiliyorlar. Oysaki sağlam bir kaynağa tutunan ile zanna uyan kişi bir midir? Allah'ın şu ayeti ile yazımı tamamlıyorum:

 " Onlar hiçbir şey değil sırf sizin ve babalarınızın taktığınız kuru isimlerdi. Allah onlara öyle bir saltanat indirmedi(her hangi bir yetki vermedi), yalnız zanna ve nefislerin sevdasına tabi oluyorlar, halbuki rablarından kendilerine doğru yolu gösteren (Bu Kur'an) geldi" Necm 23.

YORUM EKLE