ALLAH DİLEDİĞİNİ Mİ SAPTIRIR, DİLEYENİ Mİ?

Geleneksel din anlayışı yani uydurulan  mezhepler dini kader inancına göre şekillenmiştir.

Dolayısıyla bu beşeri hadis dininin alimleri âyetlerde var olan kavramların bir çoğuna kader inancına paralel meal  vererek Kur'an'ı tahrif  etmişlerdir.

Bu kavramlardan bir tanesi de  "hidayet" kavramıdır.

Hidayet meselesinde en önemli ilkeyi anladığımızda meseleyi anlamak son derece kolay olacaktır.

İlke şu: Allah vahiy'den bağımsız olarak hiç kimseye hidayet veya dalâlet yani sapıklık  vermez.

Hidayete  ermenin veya dalâlete sapmanın tek ölçüsü vahiy'dir.

Vahiy ile muhatap olmayanlara "hidayete ermiş"  veya "sapıtmış" diyemeyiz.

"Hidayete ermenin" veya "sapıtmanın" tek ölçüsü ve göstergesi vahiy ile muhatap olmaktır.

İnsanlar vahiy ile muhatap olup yollarını kendi özgür iradelerine göre çizdikten sonra "kafir, müşrik, fasık veya  mümin, muttaki, müslüman,  salih" olurlar.

Allah vahiy'den bağımsız olarak yani direkt olarak insanın kalbine "hidayet" veya "sapıklık"  göndermez.

Başlangıçta hiç kimse "sapık" veya "muhtedi" değildir.

Yüce Allah vahiy olmadan, insanların  iradelerine ipotek koyarak zorla hidayet ve dalalete yönlendirmez.

Rahmân ve Rahim olan Allah Kur'an'ı Mübin'de şöyle buyuruyor.

"Allah bir toplumu (vahiy'le) doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar onları (vahiy'den bağımsız olarak) saptıracak değildir. Allah her şeyi çok iyi bilendir" ( Tevbe- 115)

"Hidayet bulmanın" veya "dalâlete sapmanın"  tek ölçüsünün Kur'an olduğuna  dair  âyetler çoktur.

"Ey Resul! De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden hak (Kur'an) gelmiştir. Artık kim hidayete gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır.

Ben sizin üzerinize vekil değilim. (Sadece tebliğ etmekle memurum) ( Yunus-108)

O zaman bir çok âyette var olan "yudillu men yeşeu ve yehdi men yeşeu" pasajının gerçek anlamı nedir.

Aslında vahiy haricinde hiç kimse dalâlet ve hidayet'in ne olduğunu yani gerçek mahiyetini bilemez.

Yani "hidayet" ve "dalâlet"in ortaya çıkması ancak  vahiy ile muhatap olduktan sonra ortaya çıkar.

"Hidayet" ve "dalâlet"in ne olduğunu sadece vahiy'le Allah ortaya koyar.

Nebi ile Resuller bile vahiy olmadan hidayet bulamazlar.

Nebi'ler kendilerine indirilen vahiy'le risâlet misyonuna sahip olurlar.

İşte bu yüzden yüce Allah şöyle buyuruyor.

"Yerine göre müjdeleyici ve uyarıcı elçiler gönderdik ki insanların elçilerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri kalmasın. Allah izzet ve hikmet sahibidir" (Nisa-165)

"Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir Resulü memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz ancak zalim olan memleketleri helak etmişizdir" (Kasas-59)

"Helak ettiğimiz hiç bir ülke yoktur ki bilinen bir kitapları olmuş olmasın" (Nahl-4)

Dolayısıyla ayetlerde geçen "men yeşéu" "dilediğine"değil "dileyen kişiye" olarak meal  verilmesi gerekir.

MİSALLER

"...O dileyeni hidayete iletir" ( Bakara- 142)

"... Allah dileyeni  (vahiy'le)hidayete iletir" (Bakara- 213)

"Allah hikmeti dileyen kişiye verir..." (Bakara- 269)

"Ey Nebi! Onları hidayete iletmek sana ait  değildir. Ancak Allah dileyeni hidayete iletir..." (Bakara- 272)

"Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Dileyeni  bağışlar, dileyeni de azab eder" (Âli İmran-129)

"Bilmez misin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir; dileyeni azab eder ve dileyeni de affeder..." (Maide- 40)

"Aayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah dileyeni  şaşırtır,  dileyeni de hidayete ulaştır..." (En'am- 39)

"İşte bu Kur'an,  Allah'ın hidayetidir,  kullarından dileyeni onunla hidayete ulaştırır..." (En'am- 88)

Dolayısıyla bu kelimelere "dilediğine" olarak meal verilmesi Kur'an'ın bağlam ve bütünlüğüne aykırıdır.

YORUM EKLE