ADIYAMAN VE TÜRKİYE’DE İNTİHAR VAKALARI

Az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde insanların yaşam standartlarının düşük olması sonucu psikolojik bunlarımlar ve buna bağlı intiharların yaşanılması kaçınılmaz bir sonuçtur.

Maalesef son yıllarda ülkemizde ve dolayısıyla Adıyaman’da intihar vakalarında bir atış yaşandığı görülüyor. İntiharların çoğaldığı dönemlere bakıldığında genelde ekonomik krizlerin etkisi altında yaşanan yıllarda çoğalıyor. Örneğin, ekonomimizin %6.1 oranında küçüldüğü ve enflasyonun %70’e dayandığı 1999 krizinin ardından ülkemizde intihar vakalarında artış olduğu net görülüyor. 2002 yılında hükümet değişse de söz konusu bunalımların geçiştirilmesi kolay olmadı.

Bu konuyla ilgili olarak ilimizde ilk resmi açıklamayı 2012 yılında, Adıyaman İl Genel Meclisi Mart ayı toplantısında Kadın Hakları Komisyonu Başkanı İrfan Yılmaz yapmıştı.

İrfan Yılmaz’ın açıklamasına göre Adıyaman Barosu, Adıyaman Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü, Kamer Vakfı'nın verilerinden faydalanılarak Hacettepe Üniversitesi tarafından 2003-2004-2005 yıllarını kapsayan bir bilimsel araştırma yapıldığını söylemişti.

Bu yıllar arasında 210 intihar girişiminin kayıtlara geçtiğini ama 2007 yılında 210 kişi, 2008 yılında 299 kişi, 2009 yılında 402 kişi, 2010 yılında 372 kişi, 2011 yılının 11 aylık verilerine göre 374 kişinin resmi verilere göre intihar girişiminde bulunduğunu ifade eden İrfan Yılmaz, “intihar vakalarında kadınların oranının erkeklere nazaran hayli yüksek olduğu tespit edilmiştir” demişti.

Yine bu açıklamada, kadın intiharlarının nedenleri arasında psikolojik nedenlerin ilk sırayı aldığı, bunu aile içi tartışmalar, aile baskısı ve psikiyatrik rahatsızlık, namus, çocuk olmama ve fiziki rahatsızlıkların takip ettiği ifade edilmişti.

Son yıllardaki verileri de bu yıl Şubat ayında, TBMM Katip Üyesi ve CHP Adıyaman Milletvekili Abdurrahman Tutdere yaptı.

İntihar vakalarının ve intihar girişimlerinin arttığını ve bu durumun kaygı verici olduğunu belirten Abdurrahman Tutdere; “Adıyaman’da resmi kayıtlara geçen intihar sayıları hala dikkat çekici bir oranda seyrediyor. TÜİK hesaplamasına göre sadece 2019 yılında 22 vaka kayıtlara geçmiştir. TÜİK’in rakamları intihar sonucunda ölümleri baz alıyor fakat intihar girişimlerini kayıt altına almıyor. Girişimleri basına yansıyabildiği kadarıyla öğrenebiliyoruz. Dolayısıyla intihar girişimi ve ölüm sonucu bir bütün olarak değerlendirilmeli, bölgede bu yönde bir araştırma yapılmalıdır” diyerek benim de ifade etmeye çalıştığım sorunun altını çizmişti.

İntihar gibi ciddi olayların sadece ölümle sonuçlanmasının dikkate alınması sorunu ortadan kaldırmıyor. Zira bu vakaların çoğu ölüm olmadan önleniyor, bu bilinen gerçeğe bakarak ölüm dışındaki bütün girişimlerin kayıt altına alınması ve her bir vakanın bilimsel anlamda incelenerek tedbir alınması gerekiyor.

Abdurrahman Tutdere, Meclis’teki konuşmasında; “Adıyaman Sağlık Müdürlüğü ile Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğünün intihar ve cinnet vakalarıyla ilgili çalışmaları olduğu belirtilse de bu çalışmaların akıbetini henüz bilmiyoruz” demiş ve rakamları şöyle açıklamıştı:

“2015-2019 yılları arasında Adıyaman’da toplam 98 yurttaşımız intihar ederek yaşamına son vermiştir. Bu yurttaşlarımızın 71’i erkek, 27’si ise kadın. İntihar sebeplerine gelince geçim zorluğu, aile geçimsizliği, hastalıklar, ekonomik sorunlar ve gelecek kaygısı başı çekiyor. Bu sebepler ve intiharlar yurttaşlarımızın yaşadıkları mağduriyetleri ve karşı karşıya kaldıkları zorlukları gözler önüne sermektedir. Kayıtlara geçen şekliyle kaybettiğimiz yurttaşlarımızın sayısı bu şekilde. Ancak bir de kayıtlara geçmeyen intihara kalkışan yurttaşlarımız var. Son 6 ayda Adıyaman’da ortalama 85 intihar vakası yaşandığı tespit edilmiştir. Bu tablo ilimizdeki işsizliğin, ekonomik sorunların ve geçim zorluğunun boyutlarını açıkça göstermektedir. Başta Adıyaman olmak üzere, Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşanan intihar ve cinnet vakalarını araştırmak üzere bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulması için daha önce vermiş olduğumuz önerge ile Güneydoğu Anadolu Bölgesinin intihar vakaları konusunda Marmara, Ege ve Akdeniz’den sonra dördüncü sıraya yerleştiğini, bölgelerin nüfus ve yüz ölçümü oranı dikkate alındığında bu oranın yüksekliğinin dikkat çekici olduğunu söylemiştik. Ancak iktidarın ve ittifak ortağının her zamanki tutumu nedeniyle bu önergemiz henüz karşılık bulamadı. Yaşanan intihar vakaları bu konunun önemini bir kez daha gözler önüne sermiştir.”

Geriye dönük yapılabilecek en basit incelemede de görülecektir ki; 2011’de başlayan Suriye savaşının ardından ülkemize yönelen milyonlarca mültecilerin yükü, 2016’da yaşanan darbe girşimi, Rahip Burunson bahanesiyle 2018’de ülkemize yapılan ekonomik baskılar, Aralık 2019’da başlayıp dünyayı kasıp-kavuran pandemi ve son olarak 20 Aralık 2021 krizi ve bunlarla beraber yaşanan deprem, sel, dolu ve yoğun kar gibi doğal olaylar altında bulunan bu toplumda ne sabır, ne yokluğa dayanacak birikim kaldı…

Türkiye İşçi Sendikaları Konferasyonu (Türk-İş)’in açıkladığı Nisan 2022 verileri şöyle; “4 kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 5 bin 323,64 liraya; gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı (yoksulluk sınırı) 17 bin 340,47 liraya; bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyeti' ise aylık 6 bin 965,47 liraya yükseldi.” 

SKK veya BAĞ-KUR’dan maaş alan bir emeklinin ortalama maaşı 3.200, Asgari ücret 4.20 ve bu üç gurupta olan insan sayısı 6 milyon, her bir hanede yaşayan nüfus ortalaması da 3.2… Yani kısacası Türkiye’de açlık sınırı altında yaşayan kişilerin sayısı 6 milyon x 3.2 = 19 milyon 200 bin… Hadi diyelim bu ailerde iki kişi çalışıyorsa en az 10 milyon kişinin açlık sınırı altında yaşadığı görülüyor… Yoksulluk sınırı ortalaması ise malum verilere göre 17.340 lira… Peki, Türkiye’de bu gelire ulaşan kaç aile var? Bunun bilimsel açıklamasını ancak TUİK veya net rakamları elinde tutan devlet yöneticilerinden başkası yapamaz. Ben diyeyim 30, siz deyin 40 milyon kişi yoksulluk sınırları altında…

Ama, bütün bu olumsuzluklar karşında iktidar nimetinden faydalanan üst düzey yöneticilerin dolgun maaşları, yaşam standartlarındaki yükseklik ve özellikle TV’ler başta olmak üzere medyada servis edilen dizi, sinema, güncel-aktüel yarışma ve çekişmeli kadın programları, haber ve yorumlarda neredeyse hiç çalışmadıkları halde lüks içerisinde yaşayan bir toplum görüntüsü….

Reklam kuşaklarında albenisiyle sunulan kıyafetler, yiyecekler, telefon/bilgisayar gibi tekonolojik araç-gereçler yağmuru altında bir toplumun yaklaşık yarısı yoksulluk sınırı altında yaşamak durumunda… Durum böyle iken insanlarda psikoloji mi, sabır mı kalır?

İstatistiklere bakıyoruz, intihar edenlerin büyük çoğunluğu ergen veya aile sorumluluğu altında yaşam mücadelesi veren 50 yaş altındaki kişiler…

Bilim adamlarının araştırmalarına baktığımızda intihar nedenleri ile ilgili şu paragrafa rastlıyoruz:

“İntiharlar, önemli sağlık sorunlarından birisidir. Tüm dünyada günde ortalama 1000 kişi intihar ederek yaşamına son vermektedir.Tüm dünyada 42 saniyede bir kişi yaşamına son vermek için intihar girişiminde bulunmakta, 17 dakikada bir de bir kişi intihar nedeniyle yaşamını yitirmektedir. İntihar sıklığı yaş gruplarına göre ve cinsiyete göre değişiklik göstermektedir. Özellikle gençlerde önemli bir sorundur. ABD’de yapılan araştırmada 15-24 yaş grubunda ölüm nedenleri arasında üçüncü sırayı intiharlar almaktadır.


İntihar nedenleri çok çeşitlidir. Bazı durumlar intihar riskini artırmaktadır. Bunlar arasında:

1) Psikiyatrik hastalıklar
2) Sosyal nedenler
3) Psikolojik nedenler
4) Biyolojik yatkınlık
5) Genetik yatkınlık
6) Fiziksel hastalıklar sayılabilir.”

Bana kalırsa psikiyatrik hastalıklar, sosyal nedenler ve psikolojik nedenleri tetikleyen sebep ekonomik durumdur. Ekonomisi iyi olan kişi hayatın bütün nimetlerinden faydalanabilir, bu da ruhsal baskı oranını azaltır. İntihar ruhsal bir sorun olduğuna göre ruhen rahat olan kişinin intihara yönelmesi ihtimali de zayıflar. Dilediği gibi giyinen, dilediği araç-gereci alabilen, dilediği gibi yiyen, gezen ve eğlenen kişinin intiharı düşünmek için bir nedeni kalmaz ki…

Bu gerçeler karşında hem ülke yöneticileri, hem onların politik rakipleri hem de bireyler olarak tüm toplumun üzerine bazı görevler düştüğü de bilinmektedir. Mesela, işsizlerin bunlaıma girmesinin en büyük etkenlerinden birisi olan adaletsiz işçi alımlarına çözüm bulunarak, mesela kanunlardaki boşlukları “adalet” çerçevesinde doldurarak, mesela gelir dağılımındaki “adalet”sizliklere, mesela eğitimdeki “eşitsizliklere” kısacası  psikolojimizi etkileyen “adaletsizlik” kavramının etkisinden kurtulmamız gerekir. Çünkü yoksulluķ içerisinde "adaletsiz bir dünyada yaşamak" duygusu insanların psikolojisini bozan bir etkendir.

Bunu da iktidar sağlamalıdır. Birden fazla maaş alan kişilere “kendine gel” demek, kamu yöneticilerine “harcamalarınıza dikkat edin” demek,  topluma lüks tüketim enjekte eden dizi yapımcılarına “siz ne yapıyorsunuz” demek, işçi alımlarında torpil yapan komisyonlara “Allah’tan korkun” demek, en önemlisi de yoksullukla mücadele eden halka olumsuz etki yapmamak için konuşmalarına ve davranışlarına, özellikle de gerginliğe neden olacak yüksek sesli açıklamalarına dikkat etmek iktidara düşer…  Eğer “iktidar kendi üzerine düşeni yapıyorsa” toplumun pskikolojisini olumsuz etkileyecek açıklama ve davranışlardan kaçınmak da elbette muhalefete düşer… Bize, yani halka da “bütün bunlar yapıldıktan sonra” sabretmek düşecektir… Biz, yani halk zaten sabırlı olmak görevini yıllardır yapıyoruz, mesele politikacıların görevlerini yapmasına kalmıştır. Kısacası ülkeyi yönetenler ve yönetmeye talip olanlar çuvaldızı kendilerine iğneyi ise bizlere batırmalılar.

Bu konuya paralel ve hatta bağlı olarak aile içi olaylar ve boşanmalar da ayrıca “detaylı” araştırma konusudur.

Mehmet Emin DANIŞ

YORUM EKLE