6'LI MASA MUTABAKAT METNİ ÜZERİNE...

Malumunuz geçen yüz yılın enaz 80 yılını doğum ve doğum sonrası sancı içerisinde geçiren bir Türkiye’de yaşıyoruz. 2000’li yıllar öncesinde neredeyse her on yılda bir yaşanan darbe ve darbe girişimlerinden de anlaşıldığı gibi ülke yönetiminde uyuşmayan ve uyuşması da mümkün görülmeyen bir siyasi gruplaşma vardı ve bu biri birine tam zıt grupların demokrasiye geçiş dönemlerindeki uygulamalarında çakışmalar yaşanıyor, siyasi ve ekonomk kaoslara neden oluyordu.

Tarihi boyunca “devlet baba” geleneğiyle yaşamış olan Türk toplumunun kendi örf ve ananelerini bir yana atıp, yabancı kaynaklı yasalar çerçevesinde yaşatılmak istenmesinin etnik yapıyı oluşturan kitlelerce kabul edilmemesi anarşiye neden oluyordu. Bunu fırsat bilen sömürgeci devletlerin siyasi hamleleriyle zaman zaman kan gölüne dönen ülkemizde sosyal barışın sağlanması ve tam bağımsız bir iradeye kavuşması fikri biri birilerine rakip siyasi etnik grupların ortak arayışıydı ancak ortak noktada buluşması konusunda yeterli zemin oluşmamıştı.

12 Eylül 1980 darbesinin ardından iktidara gelen Anavatan Partisi’nin lideri Turgut Özal’ın “liberal ekonomi” politikası uygulamasının getirisiyle başlayan yeni sistem arayışı özellikle 1990-2000 yılları arasında oldukça çekişmeli politik ortam oluşturdu ve neredeyse her politik görüşün bir parti kurarak iktidar mücadelesine girmesine neden oldu. Bu dönem tek partili hükümetlerden yoksun, kendi arasında bile çatışan çoklu koalisyon hükümetlerinin başarısız uygulamalarına sahne olurken genel ortalama inanç olan İslam’a ters düşen sisteme karşı İslam çatısında birliğin daha faydalı olacağı fikriyle eskiden “sağ-sol” diye isimlendirlen çatışmanın yerine “dindar-dindar olmayan” diye isimlendilen başka bir fikir çekişmesine neden oldu.

Türk tarihine “28 Şubat muhtırası” olarak geçen bildiriye tepki gösteren kitlelerin uzun yıllar süren arayışı dönemin iktidarlarının siyasi ve ekonomik başarısızlığının da etkisiyle mevcut Cumurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti’nin kurulmasına ve hemen ardından 20 yıl süren tek başına iktidarına zemin oluşturdu. Yasalar gereği demokratik parlamanenter sistemle oluşan bu partide yasal sistemin aksine “tek adam” anlayışlı bir irade uygulandı. Sayın Erdoğan’ın siyasi bilgi ve tecrübesiyle geçmişte yaşanan bütün oılumsuzlukların aşılacağına olan inançla uygulanan yönetimden rahatsız olan iç ve dış güçlerin organizesiyle 15 Temmuz 2016’da bir kez daha darbe girişimi oldu ve bu girişim “eskiden uygulanan baskı ve politikalara” tepki gösteren toplum tarafından püskürtüldü ve bu girişim “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne geçiş için gerekçe gösterildi. Nitekim 16 Nisan 2017 referandumuyla geçilen bu sistem artık resmen “tek adam” yönetimi şeklinde algılanmış ve uygulanmıştı.

AK Parti hükümetini oluşturan bütün kurum ve idarecilerinin gönüllü olarak tüm yetkilerini Sayın Erdoğan’a devretmesi de elbette yasama-yürütme uygulamalarında başarısızlığa sebep olmaya başladı. Danışmanların hazırladığı raporlara dayalı bir uygulama yapan Sayın Erdoğan’ın “ülkenin dört bir yanındaki en küçük kamukurumunu bile yönetmesi” ve bu da yetmez gibi “dünya lideri” olması fikrine teslim olan  kadroları “tek başına iktidar” olması fikri rehavetiyle birleşince yönetici vasıflarında gerileme ve beyinsel tembelliğe neden oldu. Bu bir gerçekti ve maalesef bu acı gelişmeyle ülke olarak 20 Aralık 2021 kriziyle önlenmesi güç bir kaousla karşı kaşıya kaldık.

2017’de uygulamaya başlayan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” bence uzun süre çölde aç-susuz kalmış bir toplumun bir anda zengin bir sofraya oturması gibi bir tablo oluşturdu, malumunuz uzun süre aç-susuz kalmış bir insanın aniden mide dolusu doyması bedensel iflasa neden olur ve ölüme kadar giden bir sağlık sorunu oluşturur.

Peki, ne olacak? Bu krizden kurtulamayacak mıyız?

Tabi ki, binlerce yıllık bir ülkenin sistemsel değişimi kolay olmayacaktı, elbette bazı sorunlar ve krizler yaşanacaktı; önemli olan zaten bilinen ve beklenen bir doğal sancının olumsuz etkisinin azaltılmasıdır. Bunun çözümü de sistemin ilk gününden bu güne yaşananların salim kafayla incelenip yapılan hatalardan geç olmadan dönülmesidir.

Bunun yolu da Türkiye’nin tüm katmanlarının fikir ve önerilerinin önemsenerek incelenmesi, değerlendirilmesi ve mantık çerçevesinde uygulamaya konulmasıdır. Tabi, ilk olarak “tek başıma iktidarım, ben ne dersem o olmalıdır” diye özetlenecek anlayıştan vaz geçilmeli ve toplumsal barışın önündeki engeller kaldırılmalıdır.

Bu nedenle  “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” çerçevesinde bir araya gelen CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi, Demokrat Parti, Gelecek Partisi ve Demokrasi ve Atılım Partisi temsilcilerinin ortaklaşa hazırladığı ve kamuoyuna sunduğu “Yarının Türkiye’si Mutabakat Metni” önemsenmelidir.

Cahilane bir siyasi rekabet cümlesi olan “20 yıl öncesi” hatırlatmaları, toplumun belirli kesimlerinin temsilcisi olan siyasi liderleri “küçümsemek”, iktidar dışındaki tüm görüş ve düşünceleri “yok saymak”, “bendense doğru, değilse yanlış”, “bendeyken yiğit, benden ayrılınca hain” gibi ifadelerle insanların ve dolayısıyla düşüncelerinin dışlanması sonucu ortada…

Unutulmamalıdır ki, Türk Devlet anlayışı böyle değildir, asla olmadı. 

Tarih boyunca “Aksakal geleneği” çerçevesinde bilgeler (bilim adamları, tecrübeli-şuurlu toplum önderleri) tarafından oluşturulan kurullarla yönetilen Türk toplumunun yapısına aykırı olan “ben” (ene) anlayışlıyla bir yere varılamayacağının herkes tarafından anlaşılması ve bu anlayıştan geç olmadan vazgeçilmesi tek çözümdür.

 İstişareden fayda çıkar, tek olmak ise yanlızlıktır. Yanlızlık ise Allah’a mahsustur.

Bu vesileyle 6’lı masadaki sandalyenin Cumhur İttifakının da katılımıyla çoğaltılması gerektiğini düşünüyorum. Toplumun yarısını temsil eden siyasi partilerin oluşturduğı bu masadan çıkan “Yarının Türkiye’si Mutabakat Metni” nin “İktidar-Muhalefet” ortak görüşüyle şekillendirilerek kesin ve vazgeçilmez kurallara bağlı yasal yaptırıma dönüşmesi Büyük Türkiye Devleti’nin temelini oluşturmaya adaydır. 

Zaten oluşturulacak bu sistemde herkesin adil bir seçimde yarışması imkanı doğacaktır, kişiler değişse de kurumlar ilelebet yaşayacaktır.

Mehmet Emin Danış

YORUM EKLE